Anasayfa / Fotoğraf / Çan sesleri arasında 13. yüzyıla zaman yolculuğum
Çan sesleri arasında 13. yüzyıla zaman yolculuğum

Çan sesleri arasında 13. yüzyıla zaman yolculuğum

Yazı ve Fotoğraflar © Serdar Yağcı

Güneydoğu Avrupa’da, Adriyatik Denizi kıyısında, Bosna Hersek ve Slovenya arasında yer alan Hırvatistan’ın son yıllarda Akdeniz’in gözde ülkelerinden biri olarak  adını sıkça duyar olmuştum. Çan sesleri arasında 13. yüzyıla bir zaman yolculuğu yapmak  ve kristal parlaklığındaki Adriyatik denizinin balıklarının tadına bakmak için Dalmaçya’nın incileri Dubrovnik, Split, Trogir ve Zadar’a 5 günlük bir yolculuk planlıyorum.

Sırt çantam, fotoğraf makinem;   minimum harcama, maksimum gezme felsefesini uygulayarak çıktığım Hindistan gezisinden bu yana 11 yıl geçmişti. Geçen yıllara ve ilerleyen yaşıma rağmen aynı konsept ile gezmek ve performansımı test etmek için Dünya haritasından kolay bir lokma aramaya başlamıştım ki Güneydoğu Avrupa’da, Adriyatik Denizi kıyısında, Bosna Hersek ve Slovenya arasında yer alan,  Avrupa Birliği kapısında bekleyen ülkelerden biri olan Hırvatistan’ın  Türkiye’ye vize uygulamadığını fark ettim. Son yıllarda Akdeniz’in gözde ülkelerinden biri olarak sıkça adını duyar olmuştum. İki gün içinde biletlerimi alıp planımı yaptım. İlk önce Zagreb’e uçacak, oradan gezimin en uzak noktasına Dubrovnik’e, zaman kaybetmemek için yine uçakla gidecektim. Sonraki 5 gün kara yolu ile Zagreb’e dönecektim. Sırasıyla Dubrovnik, Split, Trogir, Zadar, Plitvice Milli Parkı ve Zagreb’e uğrayacaktım. Bütün bunları yapmak için  5 günüm vardı ve her gün farklı bir şehirde kalacaktım.

 Büyüleyici Dubrovnik

Hırvatistan’ın gözbebeği olan Dubrovnik, Avrupa’nın da en güzel şehirlerinden biri. Kalesinin içinde bulunan eski şehir tek kelimeyle büyüleyici. Daracık sokaklarında dolaşırken kendinizi orta çağdaki bir film sahnesinde gibi hissediyorsunuz. Neredeyse tüm binalar ilk günkü hallerini koruyor. Bir zamanlar su kanalı olup sonradan üstü doldurulan Placa Caddesi’nin iki yanında, gotik ve barok akımların etkisinde inşa edilmiş binaların arasındaki parlak kaldırım taşlarının üzerinde yürüyen modern insanlar, bu ortaçağ havasının tek istisnaları. Kasım sonunda gitmenin bir sonucu olarak maalesef bu güzel şehri hep yağmur altında geziyorum.

 Dünya Mirası Split

Split’e gitmek için en kolay ulaşım aracı olarak otobüsü öneriyorlar. Yollar, Dalmaçya kıyılarında dar ve tek şerit. Otobüsler ise bizdeki kadar lüks değil. Sigara konusunda ise şaşırtıcı; ama gerçek bizden daha geri durumdalar. Otobüste muavinler sigara içiyor ve her kapalı alanda da istisnasız sigara içiliyor. Dubrovnik’ten Split’e ilk yolculuğumda hemen bu ilk deneyimlerimi not ediyorum. Yolculuk dört buçuk saat sürüyor. Split’e vardığımda hava karanlık ve kalacak yerim yok. Eski Split’in sokaklarında sırtımda çanta yürürken orta yaşlı bir adam kalacak yer arayıp aramadığımı soruyor. Evet diyorum çaresizce. Split’in dar, karanlık ve Arnavut kaldırımlı sokaklarında o önde ben arkada bir yürüyüşe çıkıyoruz. Sonunda kapısı dışarı açılan, ufak bir pansiyon odasına varıyoruz. Adam çat pat bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Da, da deyip geçiyorum. “Da” Hırvatça’da “evet” demek. Yerdeki hamam böceklerini saymazsak temiz sayılır. 200 Kuna diyor geceliğine. 1$ yaklaşık 5 kuna kadar. Aslında pazarlık edecek gücüm yok; ama dayanamıyorum 150 Kuna’ya indiriyorum fiyatı. Hırvatistan’da kaldığım her yerde pazarlık ediyorum. Özellikle mevsim dışı olduğu için müşteriyi kaçırmak istemiyorlar.

Yine Split sokaklarındayım. Bu sefer bir Turist Danışma Merkezi (Tourist Information Center) arıyorum. Hırvatistan’daki her şehirde bir danışma merkezi bulabilirsiniz. Çok yardımcı oluyorlar. Her türlü doküman, harita ve bilgiye ücretsiz ulaşıp istediğiniz otele önceden rezervasyonunuzu yaptırabiliyorsunuz.

Güzel bir akşam yemeğini hak ettiğimi düşünerek bir balık lokantasına giriyorum. Hırvatistan’dayken sadece balık yiyorum. Balıkları bizim balıkların aynısı; ama sunum ve hazırlanışı farklı. Hırvatistan’a özgü bir başka tat ise Karlovaçko birası. Neredeyse her yemekte bu biradan içiyorum.

Bu gezide dolaştığım tüm mekânlar gibi Split  de Unesco tarafından Dünya kültür mirası olarak kabul edilmiş ve koruma altında. Diocletian sarayı, marinası, saray duvarlarının içindeki katedrali görülmeye değer yerler…

Küçük Sahil Kasabası Trogir

Ertesi gün hava o kadar güzelleşiyor  ki sanki yazdan kalma bir gün yaşıyoruz. Split’i bir de gündüz gözüyle görüp balık ve sebze pazarını dolaştıktan sonra sadece 45 dakika uzaklıktaki Trogir’e gitmek için otobüse biniyorum. Trogir, uğradığım şehirler arasında en küçüğü. Kalesi, katedralleri ve eski marinası ile şirin bir sahil kasabası. Dar sokakların son bulduğu meydanlara kurulmuş kahvelerde insanlar sohbet edip kahkahalar atıyorlar. Arada bir çalan katedrallerin devasa çanları, bulunduğumuz şehrin tarihi dokusunu bize hatırlatır gibi kulağımızda çınlıyor.

Zadar…

Zadar’a giden ilk otobüsü durdurmak üzere balık pazarının önündeki durakta  otobüs bekliyorum. Bu arada her ne kadar dillerini anlamasam da balıkçıların söylediklerini tahmin etmeye çalışıyorum. Her yeni balıkçı, o günün mahsülünü pazara getirdiğinde herkes başına toplanıp balıklarla ilgili kritiğe başlıyor. Ardından şakalaşmalar ve gülüşmeler. Derken  otobüs geliyor ve  kendimi Zadar’da buluyorum. Şehir merkezine, yani eski şehre doğru yürüyüşe başlıyorum. Ne kadar uzak olabilir ki? 1 saat kadar sırt çantamla yürüdükten sonra eski şehrin içinde bir danışma merkezi buluyorum. Bana eski şehrin içinde bir otel olmadığını en yakın otelin yarım saatlik bir yürüyüş mesafesinde olduğunu söylüyorlar. Tekrar yollardayım çünkü ortada ne taksi ne de otobüs var.

Aziz Mary Manastırı, Aziz Simeon Kilisesi, Aziz Anastasia Katedrali, Aziz Donat Kilisesi ve şehrin giriş kapısını görülmeye değer yerler arasında sayabilirim. Tüm bu eserlerin yaklaşık 800 yıllık ve ilk hallerindeki gibi işlevsel oldukları düşünüldüğünde bu atmosfer içinde kendinizi bir aziz gibi hissetmemek için sadece kafanızda bir hale eksik kalıyor.

Doğa Harikası Plitvice

Artık sahil şeridinden uzaklaşıyorum. Biraz içerilere, kuzeye doğru çıkmaya karar veriyorum. Hedefim Plitvice Milli Parkı. Ölmeden önce görülmesi gereken 101 mekân içinde olabilecek güzellikte bir doğa harikası. Düden, Manavgat ve Kuşunlu şelalelerini toplayın ve 5 ile çarpın. Ardından 5–10 adet de göl ekleyin. Hepsi 1 kilometre kare alan içerisine dağılmış, 1 metreden 100 metreye kadar yükseklikte şelaleler ve göller. Bu ortamı yüzlerce çeşit endemik bitki ve hayvan içeren doğal bir orman çevreliyor. Ormanın en gözde hayvanı ise kahverengi ayılar.

Otel rezervasyonumu Split’te yapmıştım. Ancak parkın 9 km dışındaki bir otele yapmışım. Dolayısıyla parka geri dönmek için bir sonraki otobüsü beklemek durumundayım. Yolun kenarında otobüs beklerken bir otobüsü, yanlış yerde durduğum için kaçırıyorum. Fotoğraf için uygun ışık geçmek üzere; üstelik de yağmur başlıyor. Otostop çekmeyi deniyorum ve yarım saat sonra başarıyorum. Bir Hırvat duruyor ve sohbete başlıyoruz. Osmanlı’nın hakimiyeti altında kalmış yerlerden biri olan Tunus’da biz Türkleri sevmediklerini fark etmiştik. Burası için de bu konuda endişeliydim; ancak buralar öyle değil. Türk olduğumu öğrenince sıcak davranıyorlar. Sürücü bana “Çorap” dedi. “Biliyor musun? Çorap Hırvatça’da ve Türkçe’de aynı. Çay kelimesi de”. Eminim biraz araştırsak daha birçok kelime buluruz.

Çok güzel bir yere geliyorum; ama yağmur Dubrovnik’tekinden çok daha fazla. Zor şartlara rağmen hem dolaşıyor hem de fotoğraf çekiyorum. Dönüş yolunda durakta tanıştığım iki Amerikalıya otostopla geri dönmeyi düşündüğümü söylediğimde yüzlerindeki “çok zor” ifadesini ve ikinci denememde duran ufak kırmızı arabaya bindiğimdeki şaşkın bakışlarını  hiç unutmuyorum. Bu seferki sürücü de pek memnun beni aldığına; hatta evinin önünden geçip daha ilerideki otelimin önüne kadar  bırakıyor beni. Kendisine bir cigara parası veriyorum ve  mutlu mesut vedalaşıyoruz.

Son Durak Zagrep

Artık son durak Zagrep’teyim. Zagrep 11 ve 13. yüzyıllar arasında Karpol ve Gradec kasabaları etrafında büyümüş. Birçok yerde Hırvatistan’ın en büyük heykeltıraşı Ivan Mestrovic’in eserleri, gotik tarzı yapıların önünde dikkat çekiyor. Şehir merkezinde haşmetli kuleleriyle Zagrep katedralini fark etmemek imkânsız. Her sokak başındaki kulübelerin önündeki kuyruğa güvenerek aldığım sosisli sandviçimi, her tarafıma ketçap damlatarak  yerken  soğuk bir banka oturup yılbaşı dolayısıyla süslenmiş caddelerden geçen yüzlerce Hırvat’ın alışveriş telaşını seyretmeye başlıyorum.

Bu hızlı beş günün ardından ülkemi ve ailemi  özlemiş olarak evime dönüyorum.


Hakkında Serdar Yağcı

Başlamanın en iyi yolu, konuşmayı kesip, yapmaya koyulmaktır.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Scroll To Top