“Zamanı geldi İsmail. Mis kokusu buralara kadar geliyor.” diye seslendi babaannem gün boyunca oturduğu köşeden. Babam mutfaktan bağırarak yanıt verdi. “Evet anne. Hafta sonu Hasan’ı çağırayım da toplatalım.” Bu kısa diyaloğu her bahar yaşardık eski evimizde. Sohbetin konusu, arka bahçemizin en yaşlı ve büyük ağacı, ıhlamurdu. Hasan abi, babamın dükkanında çalışırdı. Çok güçlü bir adamdı. Bir kolunun kalınlığı benim belim kadardı. Her yıl ıhlamur çiçekleri olgunlaştığında bize gelir ve bir pazar günü tüm ıhlamurları koca ağaçtan tek başına toplardı. Ihlamurların toplandığı hafta boyunca her gün taze ıhlamur çayı içerdik. Toplanan ıhlamurlar özenle evimizin üst katına serilir, kurumaya bırakılırdı. O kadar çok ıhlamurumuz olurdu ki evimize gelen misafirlere, dostlara, akrabalara, komşulara paket paket dağıtırdık ama yine de bitiremezdik. Ihlamur toplama, kurutma ve dağıtma ritüeli evimizde her bahar bir görev gibi aksatılmadan yapılırdı.
Ihlamur ağacımızın iki metre yükseklikte, yere paralel, çok işlevsel, kalın bir dalı vardı. Havalar ısındığında bu dala bir yastık ve bir kaç metre urgandan bir salıncak kurar, eğlenirdik. O bahar kurban bayramı geldiğinde kasap bahçede kuzuları kesip, asacak uygun bir yer ararken, her yıl olduğu gibi ıhlamur ağacının dalını göstererek, “İşte bu dal harika. Bu ağacın altında kuzuları keser, sonra da bu dala asarız.” dedi ve son haftaları boyunca ıhlamur yapraklarıyla beslenmiş mahallenin tüm kurbanlıkları ıhlamur ağacımızın altında kesildi.
Bayramdan birkaç hafta sonra bir pazar günü ailecek mutfakta sabah kahvaltısına oturmuştuk. Babam üzerinde röpteşambırı, elinde eski radyosu, yüzünde anlam veremediğimiz bir gülümsemeyle çıkageldi. Kahvaltı boyunca yüzündeki gülümseme hiç eksilmedi. Dayanamayıp sordum. “Baba sende bir haller var bu sabah. Hayrola?”. Babam gülümseyen suratını toparlayıp, “yok bir şey” dese de yanıtı bizi tatmin etmemişti. İlerleyen dakikalarda dayanamayıp ağzındaki baklayı “Çocuklar ben bir rüya gördüm.” diyerek çıkarıverdi. “Hayır olsun. Anlatsana” dedik hep bir ağızdan. Babam belini doğrulttu ve konuşmaya başladı. “Bizim bahçede bir hazine varmış. Ihlamur ağacının altında. Bir küp dolusu altından bahsediyorum.” dedi ve ekledi. “Tabi sadece bir rüya bu.” Meraklı bakışlarımız ilk önce heyecana sonra da sinsi bir mutluluğa dönüşmüştü. Herkes sahip olmayı hayal ettiği şeyleri sıralıyor, konuşmasının sonunu da “Ya gerçekten bir hazine varsa ıhlamurun altında” diye bitiriyordu. Sonunda dayanamayıp “Ne kaybederiz? Kazalım bakalım.” dedim. Babamın bu soruma yanıt verirkenki bir anlık tereddütü benim için yeterliydi. Yerimden fırlayıp, arka bahçeye doğru koştum. Kendi boyumdan büyük beli kaptığım gibi “Hadi kazalım” diye bizimkilerin karşısına dikildim. Babam artık geri dönülmez bir yola girdiğimizin farkında yerinden doğruldu ve gülümseyerek “Hadi” dedi. Hep beraber ıhlamur ağacına doğru ilerledik. Babam rüyasını yeniden hatırlamaya çalışırken bize ağacın altında bir noktayı gösterdi. “Emin misin, İsmail” diye sordu annem. Babam tekrar düşündü. Rüyasına göre kazılması gereken nokta kızılcık ağacından 7 adım yürüdükten sonra ıhlamur ağacının hizasındaki kalın dalın altına denk geliyordu. Tekrar adımlarımızı saydık, yeri tesbit ettik ve kazmaya başladık.
O günkü heyecanla babamın rüyasındaki metaforları çözememiştik. O bahar kurban bayramında kasabın açtığı çukuru dolduran kızılcık şerbeti gibi akan kurban kanlarının üzerine, birer kar tanesi edasıyla düşen altın sarısı ıhlamur çiçekleriydi babamın hazinesi.
Çocukluğumda bir çok insandan daha derin bir anlamı ve yeri olan bir canlıydı ıhlamur ağacımız. Onu da diğerleri gibi betonlaşan Denizli’ye kurban ettik. Grayderler arka bahçemize girdiğinde ben İzmir’de yatılı okuyordum. O gün telefonda anneme “Peki ya ıhlamur ağacımız, o da mı gitti?” diye sorduğumda aslında kaybettiğimiz şeyin bir ağaçtan daha fazlası, hatıralarımız olduğunun farkında değildim.
Sana katılıyorum, aslında kaybettiğimiz şeyin bir ağaçtan daha fazlası, hatıralarımız demişsin. Bizler için de farklı değil durum. Hala her Denizli’ye gittiğimde havuza bakar, geçmişe dalar giderim. Hala annem o bahçede, evde yaşadıklarını anlatır. Hala kümes, darıdamı, muşmula, kızılcık, erik, nar… vs tüm ağaçlar bugün gibi gözümün önündedir.
Yazlıkta komşumuzun annesi Alzheimer hastası. Yani hiç bir hatırasını hatırlayamıyor. Öylece oturuyor. Varlığı ve yokluğu arasında bir fark yok. Onu her gördüğümde şöyle düşünüyorum. “Bizler aslında hatıralarımızdan ibaretiz.”