– Nietzsche’nin bir sözü var “Eğer bir şey seni öldürmezse daha güçlü kılar.” Ben bu söze inanmıyorum.
– Neden?
– Eğer bir şey bizi öldürmezse güçlü de kılabilir, güçsüz de. Güçlü olmamız için acı çekmemiz gerektiğine inanmıyorum. Bizi mutlu eden şeyler güçlü, mutsuz eden şeyler de güçsüz kılabilir.
– Güçlü olmak ne demek?
– Kendini tanımak gibi bir şey. Başka bir deyişle hayatı tanımak, farkında olmak.
– Peki bu durumda güçlü olmak ne yaşadığımıza mı bağlı yoksa kim olduğumuza mı?
– Ne farkeder? Yaşadıklarımız kim olduğumuzu belirler, kim olduğumuz da yaşadıklarımızı. Yaşadıklarımız içerisinde en önemli olanları çocuklukta yaşadıklarımız olduğuna göre bizim kim olacağımızı belirleyen en önemli etkenlerden birisinin çocukluğumuz olduğunu düşünüyorum. Aslında şu baştaki Nietzsche’nin sözüne dönersek güçlü olmamız yaşamı nasıl algıladığımızla doğru orantılı. Aynı olay bir kişiyi güçlü kılarken bir başkasını güçsüz kılabiliyor. Yaşamı nasıl algıladığımız neye bağlı peki?
– Geçmişimize bağlı diyeceksin sanırım?
– Evet
– İyi de bizler neyiz o zaman? Kendi çocukluğumuzu seçemediğimiz gibi kendi yaşamımızı da seçemeyen zavallı varlıklar mı? Yaşamımızı kendi elimizde olmayan bir noktaya bağlamak güzel bir kaçış yolu doğrusu
– Eğer yaşamında durmadan bu durumu bahane edip mutsuzluğu seçiyorsan evet.Yaşadığımız her an önümüzde iki yol vardır. Mutlu olmak veya olmamak. Olayları ve yaşamı algılayışımızın temelinde geçmişimizin yattığını bilmek, kendimizi tanımaya, kendimizi tanımak da bizi mutlu olmaya götürmez mi?
– Çocukluğu boyunca çevresinden ve ailesinden kötü davranışlar görmüş, fakir ve cahil bir çocuğun suçu ne? Kendisini geliştirecek fırsatı bulamadıysa, bana ne bulsaydın mı diyeceğiz?
– Bu soruya senin yanıtın ne?
– Belki de yeniden doğuş diye bir şey vardır. Geçmiş hayatlarında olumsuz koşullarda dünyaya gelenler bu hayatlarında sağlıklı ve zengin olarak gelirler. Böylece herkes geçmiş ve gelecek hayatlarında ektiğini biçer. Başka bir deyişle karma.
– Peki bu da bir kaçış değil mi? Yani ben bu durumda şöyle diyemez miyim? Ben geçmiş hayatlarımın ürünüyüm. Dolayısıyla şu anda acı çekiyorsam bu karmanın sonucudur.
– Belki.
– Problem bence geçmiş ve gelecek kavramlarında. Sence geçmişimize bakarak şimdimizi yaşamak doğru mu? Şimdi ile geçmişimiz arasında gerçekten bir bağ olabilir mi? Yoksa her şimdi yeni bir yaşam mı? Bunları konuşuruz. Ama ben yeniden doğuş kavramına inanmıyorum. Varsa yoksa şu anki yaşamımız.
– Peki ya karma?
– Benim karmadan anladığım senin anladığın şekilde değil.
– Nasıl?
– Bir insan düşün. Hayatı boyunca iyilik yapmış ama hiç kimseden iyilik görmemiş. Böyle bir insan olabilir mi?
– Evet.
– O zaman karma nerede?
– İyi ya işte o insan bir sonraki hayatında o iyiliği görür.
– Görmek zorunda mı? Önemli olan ekmek veya biçmek değil, süreç esnasında mutlu olabilmekse, şu anda mutluysan sence ektiklerini biçip biçmemiş olmanın bir önemi var mı?
– Peki bu durumdan senin çıkış yolun ne? Etrafımız acı çeken insanlarla dolu. Tüm bunlara nasıl yanıtlar buluyorsun.
– Sen birisinin acı çektiğini düşünüyorsun. Acaba gerçekten acı çekiyor mudur? Acı çekmek göreceli değil midir? Acı bizim yaşamı algılayışımıza bağlı değil midir?
– Adam diyor ki ben acı çekiyorum. Şimdi adama “Sen aslında acı çekmiyorsun” mu diyeyim?
– Hayır. Demek istediğim acı dışımızdan değil içimizden kaynaklanıyor. Olayları algılayışımızı değiştiremezsek acıyı da engelleyemeyiz.
– Bir insanın olayları algılayışını değiştirmek bizim elimizde mi?
– Hiç kimse bir başkasını bir davranışa zorlayamaz. Bir insanın olayları algılayışının değişmesi de aslında olayları algılayışına bağlı. Burada insanlara düşen görev sadece oldukları gibi olmaya devam etmek. Öğüt vermek bir işe yaramaz.
– Şu acı olayını geçelim. Ben sorumun yanıtını hala alamadım. Senin çıkış yolun ne?
– Problem insanları hatta varolanı birbirinden farklı görmekten kaynaklanıyor sanırım. Eğer her insanı farklı bir varlık olarak düşünürsek o insana ait bir karma yaratmamız da gerekiyor. Bu da yeniden doğuş fikrini doğuruyor. Bir de şöyle düşünelim. Sen ve ben beraberce aynı varlıksak, sen ekersin ben biçerim. Ben ekerim sen biçersin. Bu birliği bir de tüm var olana yaydığını düşün. O zaman bireylerin karmasında bahsedemeyiz. Tüm evrenin, tüm varolanın karmasından bahsedebiliriz. Ben buna kader diyorum. Ben insanların tek başlarına değil, tüm varolanın bir kaderi olduğuna inanıyorum.
– Kaderimiz ne öyleyse?
– Basitçe, gelişmek. Ve bunu engelleyemeyiz.
– Ne yaparsak yapalım yine de mi?
– Evet, elimizde değil. Bu evrenin yasası. Varolanın özünde yatan amaç bu.
– Sonucunda ne olacak? Hiper gelişmiş bir varlık mı ortaya çıkacak?
– Bu sürecin sonu yok. Kaldı ki önemli olan sonuç değil.
– O halde insanların kişisel iradeleri vardır diyebiliriz.
– Tabii ki. Ne yapıyorsak onu kişisel irademizle yapıyoruz. Bireyler bazında bir kaderden bahsetmiyorum. Ancak kişisel irademizle ne yaparsak yapalım kaderimiz doğrultusunda yapıyoruz. Şöyle bir örnek vereyim. Bir kap düşün. İçine iki farklı sıvı koyuyoruz. Bu sıvılar birleşince kimyasal bir reaksiyona gireceğini düşünelim. Dolayısıyla sıvıların içerisindeki moleküller birbiriyle çarpışmaya başladılar. Her çarpışma bir başka çarpışmayı etkiler. Dolayısıyla her molekül diğer moleküllerin hareketini etkileyecek hareket yapar. Tıpkı çevremizdeki her insanın tüm diğer insanların yaşamlarını bir şekilde etkilediği gibi. Tıpkı Hindistan’daki bir kelebeğin kanat çırpışlarının atlas okyanusunda bir fırtınaya sebep olabileceğini düşünen şu kaos teorisi gibi. Ancak kabın içindeki moleküller nasıl çarpışırlarsa çarpışsınlar bu bileşimin sonucunda ortaya çıkacak yeni sıvının ne olacağı bellidir. İşte bu kaderimiz.
– Bu laboratuvarda sıvıları karıştıran kim?
Sanki biraz deistik bir bakış açısı olmuş. Katıldığım noktalar çoğunlukta. Güzel yazı.
Eski bir yazıdır. 2002’de kaleme almıştım. Teşekkür ederim.