Anasayfa / Genel / Modern çağda bir Anadolu seyyahına epigraf
Modern çağda bir Anadolu seyyahına epigraf

Modern çağda bir Anadolu seyyahına epigraf

Dedem Hacı Ahmet Baki Yağcı’yı konu alan bu yazı Abalıoğlu Holding tarafından çıkarılan Denizli Dergisi için gazeteci Yaşar Tok tarafından kaleme alınmıştır. 

HACI AHMET BAKİ YAĞCI

“Lisan bilmediği halde gittiği yerlerde bizden daha iyi gezmesini ve eğlenmesini beceren, seyahatten bizden daha iyi randıman alan bu Anadolu çocuğunun keskin zekasına ve atılganlığına hala hayranım…” (*)

Tarih 1939 yılını gösterirken İkinci Büyük Savaş henüz başlamıştır. Almanya, Kuzey Afrika ve Sovyetler Birliği başta olmak üzere pek çok cephede işgale başlamamış olmasına karşın, savaşın asli unsuru olarak yıllardan beri devam eden savaş çığırtkanlığının meyvelerini toplamakta, Amerika’dan Uzak Asya’ya kadar tüm kıtalarda ve kara parçalarında yaşayan toplumların kaderinde tayin edici faktör olarak fiziki ve psikolojik etkisini yüksek seviyelerde devam ettirmektedir. Nitekim Yazar Kemal Sünnetçioğlu alıntımızın yer aldığı 127.sayfanın devamında “- Bu tarafta Maginot(Majino) hattının yarım kalkanı arkasında Fransa ilk darbede yıkılacak çürük bir kümbet gibi durmaktadır, mazide yaptığı hatanın azametini şimdi anlamış şaşkın ve sersem gözlerle bakıyor…” yorumuyla güncel durumun kısa bir analizini satırları arasına eklerken, Almanya’nın 1939 yılındaki ‘kudretli Germain’ imajına ilişkin dünya ölçeğindeki mutlak inanışa tespit düşürmektedir. “Dostum Denizlili Ahmet Baki Yağcıolarak sıfatlandırdığı kahramanımız ile tanışıklığı bu koşullardadır ve Hacı Ahmet Baki Yağcı’nın o koşullarda yazara teklifi, Newyork’tan Türkiye’ye  Riviera, İtalya ve Yunanistan yoluyla” geze geze dönmek’tir. İnatla bu gezi planını uygulayan ve altı yılda altı milyon insanın öldüğü İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı ilk gün Selanik yoluyla Türkiye’ye giriş yapan da yine Hacı Ahmet Baki Yağcı’dır.

Girişe alıntıladığımız bölümün yazarı Kemal Sünnetçioğlu hakkında yeterli bilgi yok elimizde. Bilgimiz dahilinde olan yalnızca yazdığı kitap ve kitabın satırları arasında yeri geldiği için olsa gerek, değinmek ihtiyacı duyduğu Hacı Ahmet Baki Yağcı ile ilgili anılar, o anılardaki ‘dostum’ vurgusu ve bu vurguyu da içeren sıcak bir hayranlık duygusu…

Doğrusunu isterseniz bu yazının muhtevasına karşılık düşecek olan satırların içeriği, yukarıda alıntıladığımız Kemal Sünnetçioğlu’nun dostluk kanaatlerini içeren satırlardaki içerikten çok farklı olmayacak. Çünkü her ne kadar bir ticaret erbabı, modern bir tüccar olarak Anadolu kökenli ilk yenilikçi-ilerici Burjuva sınıfın temsilcisi ve Anadolu kenti Denizli’nin seçkin eşrafından biri olarak genel geçer sosyoloj

ik kavramlar çerçevesinde tarifi mümkün olsa da, Hacı Ahmet Baki Yağcı karakterinin bu genel geçer tespitlerin sınırlarını epeyce zorlayan ve başka bir sosyolojik düzlemde yeniden nitelemeyi hak eden boyutları var. İşte bu farklı ve hak edilmiş boyutların özetini Kemal Sünnetçioğlu bize o kısacık değinmesiyle veriyor.

Bu kanaatimizi güçlendiren bir başka kanıtı bizzat onun kızları verdi. Bundan yaklaşık on ay önce (Kasım 2009) bir TV programı için iki büyük kızı ile yaptığımız söyleşi, hemen hemen aynı minvalde sürdü. Devamında ailenin bir toplantısında küçük kızını dinleme şansımız oldu ve küçük kızının belleğinden süzülen anıların da çok farklı olmadığını gördük. Sanki kitabımızın yazarı Kemal Sünnetçioğlu önce Hacı Ahmet Baki Yağcı ailesinin üyelerini dinlemiş, sonra da yazmış gibi…

Yağcızade Ahmet Baki Efendi’nin yaşam öyküsüne dair kısa bir özetle devam edelim:

1800’lü yılların son çeyreği içinde babası Tavas’tan Denizli’ye göç eder. Küçük Baki 1893 yılında Denizli’de dünyaya gelir. Denizli İdadisi’ni bitirir. O sıralarda babasının yağ deposunun bir yangınla kül olmasından dolayı çok istediği eğitimini bırakarak (babasına destek olmak amacıyla) ticarete atılmak zorunda kalır. Ticari hayatın inceliklerini ona öğreten (ağabey yarısı saydığı) teyzeoğlu Salih Tütüncü’dür.  akabinde Salih Tütüncü’nün kızkardeşi Fatma Hanım ile nişanlanır.

Henüz nişanlı haldeyken gittiği askerlik hizmetinden kolayca dönmez. Yemen, Trablusgarp cephelerinden gelip 1915 yılında Çanakkale’de bir nefer olarak çarpışırken, dünyaya bir direniş destanı armağan eden Mustafa Kemal’in askerlerindendir. Toplam askerlik hizmeti yedi yıl sürer ve geri döndüğünde sol omuzu ile ayak parmağından yaralıdır. Ağabeyi Şükrü Yağcı, kardeşi Ahmet Baki kadar şanslı değildir. 1914 yılındaki Sarıkamış faciasının neferlerindendir ve donarak ölen binlerce Türk askerinden biridir.

Ulusal duyguları oldukça güçlü olan Hacı Baki Yağcı, savaştığı o cehennemi günleri hiçbir zaman hatırından çıkarmaz. Yaşamı boyunca evinde, dostları ile yaptığı toplantılarda, yakınlarının ev ziyaretlerinde, bayramlarda-şenliklerde hep o savaş günlerini anlatır. Birliklerinin “Allah, Allah” nidalarıyla işgal güçlerine karşı saldırıya geçişleri, düşman saldırısında Türk askerlerinin bir ekin tarlası gibi yere serilerek topluca şehit oluşu, siperde rastladıkları bağlardan üzüm alıp, karşılığında ortası delik ‘metelik’leri salkım aldıkları yere asarak üzümün bedelini ödeyişleri anılarının en çok akılda kalan ve onun en fazla anlatmayı sevdiği bölümleridir. Kızlarından dinlediğim bir replik, gerçeği tüm çıplaklığı ile gözler önüne seren başka bir Çanakkale tarifidir: “Toprak diye bir şey yoktu, çünkü artık toprak akan kanı ememez hale gelmişti.” Radyoda marşlar dinler, dinlediği marşların ritmine uygun adım yürürken bir yandan da, “şimdi savaş olsun, yine giderim” derdi. Savaş türküleri içinde İzmir’in Kavakları ve Sarı Zeybek onun en çok sevdiği türkülerdendir.

Çanakkale savaşında edindiği ‘ganimetler’inden kılıç, kalkan, dürbün ve tabancasını ömrünce özel bir sandık odasında saklar, İngilizlerden aldığı çatal-kaşıkla yemek yer.

Ahmet Baki Yağcı için askerlik sona erer ama, ülke sorunları nihayete ermemiştir. Çanakkale’de nasıl savaştı ve yedi yıl boyunca

nasıl askerliğini yaptıysa, yine aynı azim ve kararlılıkla bu kez Ege’den başlayan Anadolu’daki Yunan işgaline karşı milli mücadelenin içinde yer alır. Bu çalışmalardaki çok önemli başarılarından birisi, Denizli Heyeti Milliye Müdafaa Cemiyeti ile düşman işgaline karşı çalışırken, iki vagon Yunan cephanesinin Denizli’ye ulaşmasını arkadaşlarıyla birlikte önlemesidir.

Milli mücadele yıllarında aktif olarak sürdürdüğü faaliyetlerinin bir başka kaydına, 1940’lı yıllarda Denizli İsmet İnönü Lisesi (Koca Mektep-şimdiki Denizli Lisesi) Tarih Öğretmeni Ahmet Akif Tütenk’in kaleme aldığı “Milli MücadeledeDenizli”(**) kitabında rastlarız. Yazar Denizli Heyeti Milliyesi’nin kuruluşunu özetlediği bölümde, “Aynı gün mutasarrıf  beyin riyasetinde belediye dairesinde memleket eşrafı toplanarak riyaset divanına, altı şubeye ve ek vazifelere adları aşağıda yazılı reis ve azaları seçtiler:” diyerek, devamında seçilen reis ve azaların adlarını sıralıyor, “Veznedarlar” kısmında Hamamcızade Mustafa, Hacı Süleyman Efendizade ve Hacı Ahmet adları yanında Yağcızade Ahmet Baki Efendi’yi sayıyor. İş bölümünün hakkaniyete uygun olarak dağıtılması amacıyla olsa gerek parantez içinde “(Nöbetle)” açıklamasına yer veriliyor.

Savaşın nihayete erip, Cumhuriyetin kurulduğu o ilk yıllardan başlayarak bir başka Ahmet Baki Yağcı portresine tanık oluyoruz. Denizli’ye dönüşünün hemen ertesinde nişanlısı Fatma Hanım ile evlenir, ardından ticarete atılır. Bu günkü Denizli Evi’ni o yıllarda yaptırır. 1927-28 yıllarında planını İstanbul’da çizdirdiği evi inşa ettirir. Bir yıl sonra ise (1929) Yunanistan üzerinden çıktığı bir yolculukta Mekke’ye gidip Hacı olur. Bir ayağı hep İstanbul’dadır ve zaman zaman aile üyelerini, özellikle kızlarını İstanbul’a götürerek modern Cumhuriyet yaşamının sağladığı olanaklardan yararlanmaları için tüm özverisini gösterir. Tiyatrolara, gösterilere, danslara, kabarelere, konserlere daha o yıllarda tüm aile aşinadır. Klasik bir İstanbul efendisi tarzında giyinmekten hoşlanır. Fötr şapkası, İstanbul’da terziler tarafından dikilen takım elbiselerinin değişmez aksesuarıdır. Kendisi ne kadar seçkin ise, eşi ve çocuklarının da aynı özen ve şıklıkla toplum içinde örnek teşkil etmelerini ister. “Her gün farklı palto giyer, işe şoförü götürür, evinin kapısı herkese açıktır.” Ramzan günlerinde neredeyse her gün evde iftar daveti verilir, bu davetlere toplumun çok farklı kesimlerinden insanlar(avukatlar, hakimler, memurlar, fakir-fukaralar…) aynı nezaket ve saygıyla karşılanarak ağırlanırlar.

Hacı Ahmet Baki Yağcı’nın Cumhuriyet ile birlikte değişen profili, modern bir Anadolu insanının Dünya Gezgini sıfatını hak eder. Pek çok yurt dışı gezisinden söz edilebilir ama, özellikle 1939 Newyork Dünya Fuarı’na yaptığı gezi hala unutulmaz bir hatıra olarak ailenin yaşayan bireyleri tarafından adeta bir efsane gibi anlatılır. Haksız değildirler, çünkü o yıllarda bırakın Newyork’ta bir Fuara gitmeyi, İstanbul’a gitmek bile çok önemli bir yolculuk olarak gidenin yaşamında yer edinirdi.

Aldığım notlar arasında bir cümle var. Üzerinden epey zaman geçtiği için neden aldığımı unuttum. Ama belli ki Hacı Ahmet Baki Yağcı’nın yaşamında önemli bir yeri var. Yoksa ne diye o notu diğerlerinin yanına iliştirmiş olabilirim? Not şu: “Beyoğlu’nda cam kırıkları – 6-7 Eylül olaylarından!”

Rahmetli için İstanbul Beyoğlu çok aşina bir semt olmalıydı. Genç yaşında yitirdiği tek oğlu İsmail Galatasaray Lisesi mezunudur. Sık sık İstanbul’a gider ve İstanbul terzilerine sipariş edip diktirdiği takımlarını giyer. Yalnızca iş için değildir bu geziler. Ailenin tüm kızları o dönemin İstanbul kültür sanat yaşamını yakından tanımıştır. Ve o dönem İstanbul’unun batı yakasının başkenti ise Beyoğlu’dur. Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si ile bir Türkiye mozayiğinin henüz birleşik cam kırıkları olmaktan çıkıp can kırıkları’na dönüşmediği güzel zamanlar…

Onun yaşamında bizi en çok etkileyen, adeta yeniden yaptırdığı İncekara Camii’ne kendi adını vermek olanağı varken, bunu yapmayıp eski adının kullanılmasını istemesi olmuştur. Şimdi böyle bir şey mümkün mü?

Son seyahatini Beyrut’a yapıar. Orada çekilmiş fotoğrafları hala aile hatıratı içindeki yerini titizlikle koruyor.

Nihayet 1962 yılının ilk günleri, 10 Ocak 1962 tarihinde, 69 yaşında çok hızlı, çok renkli, içine iki büyük dünya savaşı, bir kurtuluş savaşı, bir devletin yıkılıp bir yenisinin kuruluşunu sıkıştırdığı bu yaşamına veda ediyor.

(*)Sünnetçioğlu, Kemal; 1939 Newyork Dünya Sergisi SEYAHAT HATIRALARI, Güven Basımevi, İstanbul 1944

(**) Tütenk, Ahmet Akif; Milli Mücadelede Denizli, Ahenk Basımevi, İzmir 1949 (Denizli Öğretmenler Yardımlaşma Derneği yayınlarından, No:1)

 

 

Hakkında Serdar Yağcı

Başlamanın en iyi yolu, konuşmayı kesip, yapmaya koyulmaktır.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Scroll To Top