Anasayfa / Fotoğraf / Güneşin Doğduğu Yerdeyim
Güneşin Doğduğu Yerdeyim

Güneşin Doğduğu Yerdeyim

Yazı ve Fotoğraflar © Serdar Yağcı

Denizin ortasında bir ejderhanın sırtını andıran dik yamaçlar arasında hafif bir sis tabakasını yararak ağır ağır ilerleyen ahşap teknenin içinde zaman duruyor sanki…

En huzurlu olduğum anları uçak yolculuklarında yaşarım. Her ne kadar özgür irademizle kendi yolumuzu çizmeye çalışsak da aslında çizilmiş bir yolda ilerliyor muyuz duygusunu en  yoğun hissettiğim anlardır uçak yolculukları. Orada cep telefonunuz çalışmaz, yaşamınıza pek fazla müdahale şansınız yoktur, yerinizde oturup uçağın sizi götüreceği alana kadar sessiz sakin beklersiniz. Yolculuğun seyrini, müdahale etmeksizin olduğu gibi kabul etmek, yaşamın seyrini de olduğu gibi kabul etmiş bir doğu bilgesinin sahip olduğu mutlulukla doldurur içimi. Uzun uçak yolculuklarında kendimi ararım usulca…

İşte o yolculuklardan birindeyim yine. Bu sefer istikamet uzak doğuda bir metropol: Bangkok. Globalleşen dünyada artık gittikçe kendilerinden uzaklaşan  diyarlara doğru 11 günlük bir geziye çıkıyoruz. Bunların içerisinde en bakir kalmış olan Kamboçya ile başlıyor, Vietnam ve Tayland’la devam ediyoruz serüvenimize.

Kamboçya

Kamboçya’da dünyanın harikalarından biri olan taş şehir Angkor’u görüyoruz. Angkor, MS. 9 yüzyıldan kalma, taştan yapılma, her birinde müthiş bir yaratıcılığın izlerini bulabileceğiniz kabartma ve heykellerle bezenmiş devasa tapınaklarla dolu bir şehir. 1432’de Khmerlerin şehri terk etmelerinden sonra bu bölge unutuluyor. Yüzyıllar içinde efsane haline dönüşen bu şehri araştıran Fransız kaşif Henri Mouhot, şehri 1860’da buluyor. 1992 yılında UNESCO, tüm şehri Dünya Kültür Varlıkları listesine dahil ediyor.

Kamboçya vize işlemlerini Siem Reap havaalanında tamamlıyoruz. Otelimize kadar pek fazla araba veya bina ila karşılaşmıyoruz. Hava çok sıcak. Etraf bir düzlüğün üzerinde yetişen tropikal ağaçlarla dolu. Otelimiz düşündüğümüzden de iyi çıkıyor. Rehberimiz görmemiz gereken çok yer olduğunu söyleyerek bizi baştan uyarıyor.

Kamboçya’da kaldığımız süre içinde her biri birbirinden ihtişamlı ve egzotik tapınakları hayranlıkla dolaşıyoruz. Turistlerin çokluğu bile bizi o spiritüel ortamın etkisinden koparmaya yetmiyor. İlk defa bu kadar kısa bir zamanda bu kadar çok fotoğraf çektiğimi fark ediyorum. Fotoğraf makinem neredeyse hararet yapıyor.

Kamboçya, turizmde gelişmeye yeni başlamış bir ülke.  Angkor için büyük  oteller bölgesi inşasına başlanmak üzereydi biz oradayken. Bir an önce gidilmesi gereken yerlerden birisi olarak görüyorum; çünkü çok fazla turistik olursa işin tadı kaçabilir.

Kamboçya’daki son saatlerimizi yüzen köyde geçiriyoruz. Yağmur mevsiminde taşan diğer zamanlarda ise suyu çekilen Mekong deltasında insanlar işin kolay yolunu bulup tüm yaşamlarını nehrin üzerinde kurmaya karar vermişler. Bakkal, ana okul, terzi her şey nehrin üzerindeki teknelere kurulmuş. Fakirliğin hayal gücümüzün sınırları zorladığı bu köyde her şey 1 dolar. Teknemizin kenarından asılan çocuklar ellerindekileri gösterip 1 dolar diye bağrıyorlar. O ortamda kendinizi huzurlu hissedebilmek için ilahi adalet anlayışınızı yeniden gözden geçirmeniz gerekiyor.

Vietnam

Vietnam’a, Ho Chi Minh City’den başlıyoruz. Adını Vietnam’ın kurucusu Ho Chi Minh’den alıyor. Batılılıların tabiriyle Saigon. Müthiş kalabalık bir şehir. Çok az araba var. Herkes karınca gibi motorsikletle bir yerden bir yere gitme telaşı içinde. Bu inanılmaz yoğun ve hızla akan trafiğin içinde hiç kimsenin biribirine bırakın çarpmayı, değmemesi bizi hayrete düşürüyor. Her köşe başında  taksi olarak çalışan motorsikletler var. Dayanamayıp bir tanesine biniyorum. Asfalt üzerinde rafting yapmak gibi bir şey.

Vietnamlılar uzun yıllar çok çile çekmiş bir ülke. Son savaşlarını   herkesin bildiği gibi Amerika ile yaptılar. Yer altında kazdıkları uzun tünellerin içindeki bu gerilla savaşından galibiyetle ayrılmışlar. Bu mücadelenin yapıldığı tünellerde bırakın dolaşmayı  tünellere girmek bile çok zor. Bizim Amerikan filmlerinden edindiğimiz alışkanlıkla Vietnam savaşı olarak andığımız savaşı, Vietnamlılar Amerikan Emperyalizmine karşı yürütülmüş bir bağımsızlık mücadelesi olarak adlandırıyorlar. Yakın geçmişte olmasına rağmen  Doğu’nun affedici felsefesinin etkisiyle olsa gerek  davranışlarında  Amerikalılara karşı bir nefret sezilmiyor.  Vietnamlı rehberimizle yaptığım sohbette amcasının da bu savaşta öldüğünü öğreniyorum.

Vietnam’da en etkilendiğim yerlerin başında Halong körfezi geliyor. Denizin ortasında bir ejderhanın sırtını andıran dik yamaçlar arasında hafif bir sis tabakasını yararak ağır ağır ilerleyen ahşap teknenin içinde zaman duruyor sanki… Ölmeden önce görülmesi gereken bir yer.

Nihayet bu yazının en sevdiğim kısmına geliyoruz: Uzak doğu yemeklerine. Yolculuk boyunca Vietnam mutfağının birbirinden harika örneklerini tadıyoruz. Genelde deniz mahsülü başı çekiyor. Gezdiğiniz ülkeyi anlamak için o ülkenin insanlarıyla iletişime geçmek yetmez; tiyatrolarını seyretmeniz, müziklerini dinlemeniz, tarihini okumanız ve en önemlisi de yemeklerini yemeniz gerekir. Vietnam’daki son günümüzde kuzenim ve ben köpek eti yiyebilmek için bir lokanta arıyoruz. Lokantayı bulduğumuzda açıkçası ortam pek içimizi açmıyor  ama  kendimizi farklı bir tecrübe yaşama heyecanından koparamayıp hiç değilse köpek etinin tadına bakmayı tercih ediyoruz.

Tayland

Tayland’ın başkenti Bangkok’a geldiğimizde  gezmeye klasik bir tur olan yüzen çarşı ile başlıyoruz. Eskiden köylülerin ürünlerini kayıkların üzerinde sattıkları, nehri de yol olarak kullandıkları günlerden kalma bir geleneksel çarşı. Ancak zamanla özelliğini yitiren turistik bir çarşı olma yolunda.

Bangkok altından yapılmış veya altın rengindeki tapınaklarıyla, Buda heykelleriyle ün salmış bir büyük şehir. Şehir o kadar yoğun ki bu tarihi eserleri çok dar alanlara sıkıştırmış. Taksi en  kolay ulaşım aracı ve çok da pahalı değil. Ancak turistlere taksimetre açmak istemiyorlar. Şehirde fuhuş yaygın. Kırmızı ışıkta duran taksinin penceresinden makyaj yapmış on yaşında bir kız elini uzatıyor. Hemen arkasında ama sanki onunla bir ilgisi yokmuş gibi duran sahibi de göz ucuyla bizi süzüyor. Acıma  ve nefreti birlikte yaşadığımız anlardan birisi…

Tayland masajlarıyla ünlü bir ülke. Ben ayak masajını tercih ediyorum. Rahat bir koltuğa uzanıyorsunuz ve sadece ayaklarınıza iki saat boyunca masaj yapılıyor. Bunu yaparken bazı özel aromatik yağlar kullanılıyor. Masaj bittiğinde sıcak bir çay ile kendinize geliyorsunuz. Atlanmaması gereken bir tecrübe…

Kendimi bildim bileli her akşam yatarken “Bugün daha önceden yapmadığın ne yaptın?” diye sorarım kendime. Bu soruya verecek bir yanıt bulamadığımda o gün benim için kaybedilmiş bir gündür. Farklı olanın peşinden gittiğim bu seyahatimi, her anını bir ilkle geçirmenin verdiği huzurla noktalıyorum.

Hakkında Serdar Yağcı

Başlamanın en iyi yolu, konuşmayı kesip, yapmaya koyulmaktır.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Scroll To Top