Kadının sesi dışardaki soğuktan sertti. Zehirli bir öfke ile tısladı. ‘Yut sesini! Kes ağlamayı artık!’
Çocuk yuvarlaktı. Beresi kafasını daha yuvarlak gösteriyordu, tombul yanakları soğuktan sertleşmiş ve morumsu renk almıştı. Üşümekten mi annesinin korkusundan mı büzüştüğü anlaşılmıyor daha da toparlak görünüyor, minibüsün en arkasında içini çeke çeke ağlıyor, yumuk elleri ile buğulanmış cama bir şeyler çiziyordu. Şişkin anorağı ile üzgün bir balon gibi köşeye dayanmış, ayakları yere değmeden somurtuyordu.
‘Elma istiyorum,’ dedi. Gözyaşları yanaklarının kuru derisinden zor akıyor gibiydi. Minik elleri ile dolmuşun önünde bir şeyler yiyen bir başka çocuğu gösterdi. Yine içini çekti. Sonra buğulanmış cama bir şeyler çizmeye devam etti.
Anne konuyu değiştirmek için bulduğu fırsatı kaçırmadı. ‘Parmakla gösterilmez, çok ayıp.’
Sessizlik kısa sürdü. Çocuğun içleri kavuran sesi yine duyuldu.
‘Ama anneciğim, ben de elma yemek istiyorum,’ dedi.
O kadar üzgündü ki dünyanın bütün elmalarını ona vermek isterdiniz. Dolmuş kalkmak üzereydi.
Önde elma yiyen çocuk ve annesi dahil her şeyi duyuyorduk. Eminim hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk. Çocuğa neden bir parça elma vermiyordu ki? Hiç umursamıyor gibi kendi halindeydiler. Öfkeli anne şöyle bir doğruldu. Uzanıp öne baktı. Biraz elma rica edecek olmalıydı. Gülümsedi. Çocuğuna dönüp birden bire şefkatli bir sesle fısıldadı.
‘Yavrum, o kardeş elma yemiyor ki. Domates yiyor bak. Ben eve gidince sana elma vereceğim. Hadi ağlama artık.’
Hepimiz gülümsedik. Ben büyük bir rahatlama hissettim. Elma krizi bitmişti. Elma sanılan şey domates çıkmıştı. Elma vermedikleri için ayıplandıklarını bilmeyen anne ile çocuk aklandıklarını da fark etmediler.
Yuvarlak çocuk çok daha büyük bir hüzünle konuştu. Artık söylediklerini anlamak güçleşmişti. Islak gözlerini kaldırıp annesine baktı. Kirpikleri kapkaraydı.
‘Domates,’ dedi. ‘Ben de domates istiyorum.’
Dolmuştaki gülmeyen kalmamıştı. Ön taraftan koskocaman domates hemen yola çıktı. Elden ele gülümseyen yüzlerle çocuğa ulaştı.
Göz ucuyla baktım. Artık ağlamıyordu. İç çekmeye devam ediyor, domatesi iki eliyle tutuyordu. Domatesi kaldırıp minik bir ısırık aldı. Annesi ‘Üstüne damlatmadan ye!’ dediğinde dolmuş hareket etmişti bile.
“Gözyaşları yanaklarının kuru derisinden zor akıyor gibiydi.” cümlesi beni aldı götürdü. İçerdiği duygu yoğunluğu ve damakta bıraktığı tat ile artık bir Müjdat Üzel hikayesinin bir tarzı olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Teşekkür ederim Serdar’cığım.
Enfes bir yazı olmuş. Yazarlık yönünü bilmiyordum Müjdat’cığım, tebrikler.
Sağol Süleyman’cığım, teşekkürler.
Okurken boğazım düğümlendi. Ağlamaklı oldum. Çok güzel bir anlatım olmuş kalemine sağlık
Teşekkürler Aysun’cuğum.
Nasıl ifade etmeli ki beğeniyi? Hangi sözcükle daha onere edilir ki bu yazı? Taktir nasıl anlatılır naifçe? Müjdat Bey “içime işledi…” sizi tanıdığım için gerçekten mutluyum.
Teşekkür ederim Pınar Hanım.