Fotoğraf © Serdar Yağcı
Tokyo’nun kenar fakat nezih mahallelerinden birinde ilerlerken taksici bize doğru dönerek yanlış yola saptım dolayısıyla taksimetreyi kapatıyorum ki size fazla yazmasın dedi. Salih abi ve Niko’yla birlikte birbirimize baktık ve peki dedik. Evin önüne vardığımızda Amano bizi kapıda bekliyordu. Nerede kaldınız gibi bir bakış fırlattı. Taksiciyle bir şeyler konuştu ve bizi içeri buyur etti. Biz ortamın büyüsünü ve bu evde çıkaracağımız işlerin hayaline dalmıştık ki Amano bizi salonda yere oturtarak önümüze bir albüm koydu ve konuşmaya başladı.
Niko’nun birkaç gün önce internetten bulduğu Amano’nun otantik Japon evi stüdyosunda fotoğraf çekimi için bulunuyorduk. Bizler neler yapabileceğimizi konuşmak için can atarken Amano bize ailesinden, geçmişinden bahsetmeye başlamıştı bile. Niko durmadan bize kaş göz yapıp hadi biraz siz de ilgi gösterin bakın adam ailesinden bahsediyor, demek ki burada adet böyle diyordu. Bir süre direndikten sonra biz de Amano’nun yaşamına konuk olmuştuk. Annesini, babasını, geçirdiği hastalıkları, evin tarihçesini öğrendik. İlk kez görüp yeni tanıştığım bir adamın özel hayatı hakkında neden bu denli bilgi sahibi olmalıyım diye düşünürken odadaki aynalı komodinin üzerindeki eski fotoğrafların arasında bir kedi portresi dikkatimi çekti. Bu kedinin bir anlamı olmalı, neden burada diye sordum Amano’ya dönerek. Yüzü buruştu, bir an için boş bir noktaya baktı, eskiyi hatırlar gibi, sonra hemen toparlandı ve “O çok özel bir hayvandı. Yaklaşık 10 yıl önce öldü. Ama uzun yıllar bizimle yaşadı. Ona olan saygımızdan dolayı bu eve başka kedi almadık.” dedi.
Nereden edindik biz bu hayat tarzını diye düşündüm o an. Canlı, cansız her şeyi tüketip değersizleştiriyoruz. Bir kedim bile olmadı yıllarca özleyecek ya da kesilen bir çınar ağacı için ağlamadım. İnsanın bir şeylere değer vermesi güzel diye düşündüm çünkü değer verdiklerimiz kadar anlamlı yaşamımız.