1983 yılında Bornova Anadolu Lisesi’nde (BAL) yatılı olarak okumaya başladım. Daha 12 yaşındaydım. Annem ve babam açılış gününe katılıp dolabımı ve yatağımı yerleştirdikten sonra ayrıldılar. 7 yıl sürecek yatılılık hayatımın ilk günlerinde heyecan ve neşe dolu bir hayatın beni beklediğini hayal ediyordum. Evden ayrılmış, özgürlüğümü ilan etmiş gibi hissediyordum. Cicim günleri çabuk geçti. Her şeyin bir bedeli vardı.
BAL yatakhanesi ayrı kuralları olan özerk bir bölgeydi. Sıkı bir ast üst ilişkisi vardı. Özellikle son sınıfların etkisi ve gücü karşısında yatılı müdür muavini hocalar bile çekinirdi. Yatakhanemiz rezil durumdaydı. Tuvaletlerin çalışmadığı zamanları hatırlıyorum. O günlerde bir ara yatakhane binası içinde gece gidebileceğimiz tek bir tuvalet vardı. Onun kapısında da “6. Sınıflardan başkası giremez.” yazıyordu. Ola ki girersek ve o anda bir 6 sınıfın tuvaleti gelmiş de bizi orada büyük abdestimizi yaparken bulursa, yaka paça dışarı atması içten bile değildi. Bir karar vermeden önce, her adımda riskleri iyice analiz etmek ona göre davranmak zorundaydık. BAL günleri gerçek yaşamın simülasyonuydu bizim açımızdan.
Yatakhanede yaşanan yatakhanede kalmalıydı. İspiyonculuk en büyük günahtı ve cezası ağırdı. Büyük sınıfların zulmüne karşılık doğal bir refleks olarak her sınıf kendi içinde kenetlenir, birbirini korumaya çalışırdı. Ancak nereye kadar? Çünkü herkes elini ayağını çektikten sonra geceleri yatakhanede sizi koruyacak hiçbir güç olamazdı. Müdür muavini yatakhanenin kapısını kapatıp binayı terk ettikten sonra sırtlanlar yuvalarından çıkar, mahkemeler kurulur, infazlar hemen oracıkta yapılırdı. Kendi kendime bu düzenin içinde olmamak için söz veriyordum. Çünkü biliyordum ki gün olur devran döner, güç yatakhanede durduğu gibi durmazdı.
Bizim sınıfın güçlüleri arasında uzun boylu, iri yarı bir arkadaşımız vardı. Kavga çıkarmaktan, dayak atmaktan çekinmezdi. Ben de nasibimi almıştım dayaklarından. Bir gün benden iki sınıf küçük dostum Süleyman’ı onun elinden kurtarmıştım ki yıllar sonra Süleyman o anı hiç unutmadığını bana söyler. Bu arkdaşım gücünü o denli hoyratça, adaletsizce, düşüncesizce kullanıyordu ki kendinden küçük birçok kişinin de nefretini kazanmakta geri kalmadı. Mezun olduktan sonra bir gün eski okuluna yalnız başına ziyarete geldiğinde onun zulmettiği kendi zamanının küçükleri, o anın son sınıfları onu bir köşeye sıkıştırıp iyice dövdüğünü duydum. Ektiklerini biçmişti.
Bir arkadaşımla ilgili bir anım gözümün önünden hiç gitmez. Arkadaşım kendinden küçük birisiyle yatakhane ortasında tartışmaya başlamıştı. Diğer arkadaşlarım elektiriklenmeyi sezinlemiş ve hemen arkadaşıma destek olmak için olay mahalinin etrafını sarmışlardı. Belki arkadaşım ilk başta konuyu çok büyütmeyecekti ama etrafındaki güruh, ağızlarında salyalarla, “İşte sana fırsat hadi şunu döv de göster kendini, bak biz de arkandayız.” şeklinde tezahurata başlamışlardı. Topluluk psikolojisinin de etkisiyle arkadaşım birden güçlü bir osmanlı tokatı fırlattı çocuğun suratına ardından bir tane daha, bir tane daha. Karşılık vermesi mümkün olmayan küçük çocuğun arkadaşları Afrika savanasında bir aslan sürüsü tarafından yakalanmış bir bizonun kaçınılmaz kaderini seyreder gibi olayı uzaktan seyretmekle yetindiler. Çocuk ağlamaya başlayıp da topluluk tatmin olduğunda arkadaşımın yüzü gülüyordu, rüştünü ispatlamıştı ama masumiyetini kaybetmişti.
Kuşkusuz eğlendiğimiz de oldu, güzel dostluklarımız da ama BAL yatakhanesinde birçok şey dışarıdan görüldüğü gibi değildi.