Fotoğraf © Serdar Yağcı
Şimdiye kadar birçok yer gezdim. Gezdiğim yerlerde Çin hariç McDonalds veya Burger King gibi yerlere girmedim. Yerel tatlar her zaman ilgimi çekmiştir; çünkü bir ülkenin yemekleri o ülkenin kültürünün en önemli parçasıdır. Bir ülkenin yemeklerini tatmadan o ülkeyi tam anlamıyla tanımış olamayız. Tıpkı müziklerini dinlemeden, insanlarıyla tanışmadan, tarihi mekanlarını görmeden tanıyamayacağımız gibi. Öte yandan, nasıl bizim yaşadığımız toprakların, yediğimiz yemeklerin, içtiğimiz suyun bazı özellikleri varsa gideceğimiz ülkelerin de kendine has özellikleri vardır ki bunlar vücudumuzun (sindirim sistemimizin) alışık olmadığı şeyler taşıyabilir.
2008 yılında yaptığım Güney Doğu Anadolu gezisinde yoldaş olarak yanıma arkadaşım Bayram da geldi. Seyahat rotamız Mardin, Urfa, Diyarbakır, Mardin olacaktı. Mardin’den araba kiralayarak yola koyuldum. Bayram bana Urfa’da katıldı. Buraya kadar her şey güzel. Dananın kuyruğu Diyarbakır’da koptu. Öğleden sonra vardığımız Diyarbakır’da akşama kadar fotoğraf çektikten sonra her gezimde olduğu gibi güzel bir yemeği hak ettiğimizi düşünüyordum. Otele yakın bir noktada bir lokantaya girdik. Lokantanın sahibi geldi ve “Abi çok güzel çiğ köftem var, hiçbir yerde bulamazsın, yeni yaptım.” deyince yine seyyah damarım çatladı ve “Getir” dedim. O gece karında rahatsızlık hissi başladı. Hayırlısı, dedim. Sabah oldu. Hafif guruldama, ağrı. Hayırlısı, dedim. Otelden ayrıldık. Batman istikametinde yola çıktık. Karın ağrısı, bulantı, hafif ateş, eklem ağrısı, halsizlik kendini gösterdi. Arabayı da ben kullanıyorum çünkü Bayram’ın ehliyeti yok. Bir benzin istasyonuna çektim ve Bayram’a dayanamayacağım, dedim. Bayram diyor. “Abi ben kullanayım.” Ben de “Hayır, kiralık arabayı bağlatıp daha fazla uğraşamam.” diyorum. Bu gibi durumlarda hemen sevgili doktorum Müjdat’ı ararım. Kendisine durumu anlattım. O da bana olayın gidişatının nereye varacağını ve bir an önce bir hastaneye kapağı atmamı söyledi. Son bir enerji ile geçtim direksiyonun başına. Batman Devlet hastanesinin acil kapısından içeri girdim ve nöbetçi doktorun odasına daldım. “Ben dün akşam Diyarbakır’da çiğ…” dedim ki hemen lafımı kesti. “Hemen içeri gir, sedyeye yat, serum takacağız.” ya dur köfte diyecektim demeye kalmadan ben sedyedeyim. Anlıyorum ki bu ilk çiğ köfte vakaları değil ve doktor halimden hemen anlamış. Hemen serum takıldı, başıma da bir kova. Ben de bu hareketi yanıtsız bırakmadım ve kovanın içini bir güzel yıkadım. Ama o denli kuvvetli ve uzun sürmüş ki bir iki saat boyunca acilin ana sohbet konusuydum. Şurada bir adam geldi. Şelale gibi…
Batman’daki bu acil ziyaretimde ilginç sahnelere de tanık oldum. Acil çalışanlarının işlerinin bana göre ne denli zor olduğu anladım. Bağıranlar, ağlayanlar, kavga edenler, bayılanlar ve bunların hepsiyle sabırla, sinirlenmeden hizmet vermeye çalışan hemşire, batıdan oraya tayin olmuş gelmiş doktorlarımız ve diğer çalışanlar. Gelen hastalar arasında Kürtçeden başka dil bilmeyenlerle çalışanların sabırla iletişim kurma çabası. Hemşire Türkçe soruyor “Karnın ağrıyor mu?” kadın anlamıyor. Hemşire başlıyor karnı ağrıyormuş gibi kıvranmaya, rol yapıyor, beden dilini kullanıyor kadın yine anlamıyor. Ben bu aşamada o denli sabır gösteremem; ama hemşire yılmıyor, sabır gösteriyor ve çabaya devam ediyor. Başta Güney ve Doğu Anadolu’da hizmet veren güzel ülkemin yeterince değerlerini bilemediğimizi düşündüğüm tüm sağlık çalışanlarına bu vesileyle saygılarımı sunuyorum. Yaklaşık üç saat yatmışım. Sonra da acilin tuvaletini de bir güzel yıkadım ve doktora gidip “Benim işim bitti. Kendimi iyi hissediyorum” dedim. O da “peki sen bilirsin” dedi. Aldığım hizmetten memnundum. Herkes yardımcı olmaya çalışmıştı. Sadece TC Kimlik numaramı söyledim ve beş kuruş para ödemedim.
İkinci olayım Çin’de oldu. Müjdat ve Oktay’la beraberim. Gün boyu yorulmuşuz. Akşam güzel bir yemeği hak ettiğimizi düşünüyoruz. Fil gibi de yemek istiyoruz. Canım da Çin yemeği çekiyor. Aldık kitap gibi menüyü elimize, fotoğraflardan seçiyoruz. Nar gibi kızarmış ördeği gördüm. “Bunu da söyleyelim.” dedim. Ördek geldi. Bir nevi bütün. Yani gaga, ayak tüm parçalar tamam. Yani kızarmamış olsa uçabilir. Aldık hepimiz biraz ördekten. Müjdat “Daha da yemem.” dedi. Oktay “Daha da yemem” dedi. Benim pis bir huyum vardır, küçüklükten kalan. Yemek artırmayı hiç sevmem. Zebil olmasın diye ben abandım ördeğe. Hızımı alamayıp kafasının içindeki ufacık beynini bile yemişim. O gece karnımda bir şişlik. Dedim herhalde hazmedeceğiz, e biraz sürer tabi diye düşünüyorum. Ertesi gün öğlene doğru birden mide bulantısı, kırgınlık, hafif ateş, halsizlik başladı. Üstten alttan hareket yok. Karın halen davul gibi şiş ve ördek aynı girdiği şekliyle bağdaş kurmuş bekliyor. Vücut çırpınıyor, tüm diğer sistemlerdeki şalterleri indirmiş ve bütün kaynaklarını hazmetmeye yöneltmiş vaziyette. Sonuçta Çin de bir pekin ördeğiyle olan mücadelem 24 saat daha sürdü. O süreyi yatarak geçirdim. Sevgili doktorum Müjdat’ın ve getirdiğim birkaç ilacın da çok faydası oldu.
Bu yazıdan çıkarılacak dersler:
- Seyahatlerinizde yerel ve et içeren yemekleri tüketirken abartmayın yani bir oturuşta haddinden fazla tüketmeyin. O bölgenin insanı için o yemekler sorun yaratmazken sizin sindirim sisteminizin alışık olmadığı bakterilerden dolayı sorunlar çıkarabilir. Ancak bu konuda takıntılı ve abartılı da davranmayın. Yani hiç yememezlik de etmeyin. Ben şimdiye kadar seyahatlerimde salyangozdan, köpek etine kadar birçok yemeği tattım ve hiçbir sorun yaşamadım.
- Yanınızda ilaç bulundurun. Hangi ilaçların size uygun olduğunu doktorunuza danışın. (bknz. Bir Seyahate Çıkmadan Önce)
- Bir insanın zor zamanlarında danışacağı bir doktor arkadaşının olması kadar güzel bir şey yok. Eğer sizin yoksa mutlaka bir tane edinin. 🙂
- TC Kimlik numaranızı ezbere bilin.
- Seyahat sağlık sigortası yaptırın.
‘Kızarmamış olsa uçabilir’ lafı beni benden aldı. 🙂
Ördek gecesinin ertesi gününde hazımsızlık çeken bir hastayı da gün boyu izleyerek mesleki olarak geliştim. Serdar üstad tüm sıkıntısına rağmen gün boyu fotoğraf çekmeye devam etti. Ama bir kaç yudum sudan başka bir şey tüketmedi. Sindirim sistemi stop etmekle çalışmaya devam etmek arasında tökezleyen bir motor gibiydi.
O ördeğin dilini bile yemişti Serdar.
Her şeye rağmen güzel bir geziydi. Başka bir diyarda bir yenisi için sabırsızlıkla bekliyorum 🙂