Fotoğraf © Serdar Yağcı
Bu yazı “Varanasi’de Ölmek“ adlı yazımın devamı niteliğindedir.
Hindistan-Nepal sınırını yayan olarak geçtikten sonra Katmandu gece otobüsüne biletimi aldım. Ancak otobüsün tam olarak saat kaçta kalkacağı belli değil. Akşam üstüne kadar bekleyeceğiz. “Biz” diyorum çünkü orada bir Hintliyle tanıştım. Sohbet ettik, anlaştık. Beraber yolculuk yapacağız.
Nepal, Orta Asya’da Çin ile Hindistan arasında yer alan bağımsız bir ülkedir. Ülkenin sınırları içinde Dünya’nın en yüksek noktası olan Everest (8848 metre) yer alır. Başkenti Katmandu’dur.*
Otobüsün geldiği haberini alır almaz toparlandık ve otobüse doğru ilerledik. Üzerinde envai çeşit dini motifler, kuşlar, kadın resimleri, renkli desenlerle süslü cırtlak kırmızı renkli, külüstür otobüsü görünce şaşkınlıktan donakaldım. Bununla olamaz diye düşünürken arkadaşım “Hadi acele et, sırt çantanı ver.” diye seslendi. Çantam olduğu gibi otobüsün üzerine atıldı. Ama zaten otobüsün üstü silme insan dolu diye düşünürken anladım ki çantalarımız o insanlar için gece boyunca yatak olacak.
İçeri girerken şöförün makam odasının önünden geçtik. Otobüsün neredeyse 1/3’lük bir bölümü camekanla kapatılmıştı. İçerisinde üzerinde giydiği atletiyle, bıyığıyla, esmer ve semiz bir şöför, patron edasıyla koltuğunda kurulmuş oturuyordu. Camekanın içerisinde her yerde biblolar, artist resimleri, çıkartmalar, süsler aklınıza ne gelirse. Tüm objelerde olması beklenen tek özellik renk ve hepsi de birbiriyle öne çıkma yarışında. Ve korkulan oldu, şöför kaset dolabını açtı ve bir kaset çıkardı. Kasetçalara taktı. Birden yerimden irkildim. “Aiyyyiiiyioo Aiyyyiiiyioo” diye kulak tırmalayan bir melodi. Müzik sabaha kadar yolculuk boyunca sürdü. Sanki kaset başa sarıyor ve tekrar tekrar aynı şeyleri dinliyorduk.
Yerime geçtikten sonra artık otobüs doldu diye düşünürken nereden peydahlandığını bilemediğim tabureler birden koridorlara yerleştirildi. Şimdi sıra ikinci sınıf yolcularda. İçeriye bir grup insan girdi ama yalnız değiller. Ellerinde tavuklar, domuzlar her türlü hayvanatla beraber koridoru doldurdular. Birden arkadan birisi tavuğunu elinden kaçırdı. Tavuk can havliyle kafamızın üzerinden uçarak öne doğru ilerlerken birisi el çabukluğuyla tavuğu yakaladı. Ardından bizim dolmuşlardaki gibi para üstü uzatır şeklinde tavuk elden ele geriye doğru iletildi.
Birden bir motor gürültüsü, otobüs çalıştı. Ortalık toz duman. Hayvanlar homurdanmaya başladılar. Patron gıdaklayan tavuklara şöyle pis bir bakış attıktan sonra kasetçaların sesini sonuna kadar açtı. Anladım ki kalkıyoruz. Herkes patronun bakışından tırsmış olacak ki şimdi otobüste çıt yok. Patronun odasında dört metrekareye bir kişi düşerken otobüsün geri kalanında ise bir metrekareye dört kişi düşüyor. Gece boyunca daracık yollardan, keskin virajlardan geçtik. Üstelik birkaç sefer de mola verdik. Her molada herkes otobüsten indi ve sonra tekrar bindi.
Katmandu’ya vardığımızda gün doğmuştu. Otobüsün üstünden aşağıya atılan ve pestili çıkmış sırt çantamı alıp yorgun argın Katmandu sokaklarında yürümeye başladım.