Fotoğraf © Serdar Yağcı
“Anne kanaryamız nerede” diye bağırdım merdivenlerden aşağıya doğru inerken. Mutfağın kapısı açıktı. Bahçenin öte yakasında babamın elinde bir bel, çukur kazarken gördüğümde anladım onu kaybettiğimizi. Babam bir gün önce “durumu kritik” demişti. Onu beraberce gömdükten sonra, yeri belli olsun diye üstüne ufak bir taş koyduk. Sonraki günlerde babam bir akşam elinde bir kafesle geldi. İçinde bir keklik vardı. Birisi dükkanına getirmiş, yaralıymış, o da dayanamayıp almış, evde bakıp iyileştiririz diye düşünmüş. Zavallının bir kanadı kırıktı.
Tüm bunlar yaşanırken 5 yaşındaydım. Evimizin bahçesinde çocukluğum boyunca tavuk, kuş vs. hiç eksik olmadı. Sanırım hayvan sevgimi babama borçluyum. Babamla ilgili hiç unutamadığım anılardan biri de şudur:
Babamın babası, zamanında cami yaptırmış, dini vecibeleri yerine getirmek konusunda hassas bir hacı idi. Babam da ondan aldığı görgü ile her kurban bayramında evimizde mutlaka bir kuzu kurban ederdi. Bir seferinde babamın aldığı kuzulardan birine çok bağlanmıştık. Belki de her çocuğun kurban bayramlarında yaşadığı klasik durumlardan biriydi diyebiliriz. Bu hikayeyi farklı kılan, babamın o kuzuyu biz çok istedik diye o kurban bayramında kestirmekten vazgeçip beslememiz için izin vermesiydi.
Çocukluğum boyunca hayvanlarla geçirdiğim onca zamandan sonra bir eksiklik hissetmeye başlamıştım hayatımda ve bir süredir eve bir köpek alma konusunda hayaller kuruyordum. Eşime bu konuyu açtığımda konuya olumsuz yaklaşıyor ben de çok ısrarcı olamıyordum. Bu durumu sevgili arkadaşım Dr. Müjdat’a açtım. Bana “O işin kolayı var, ben sana bir reçete yazayım sorun çözülür.” dedi. Yazdığı reçetenin üzerinde Jennifer Aniston ve Owen Wilson’un oynadığı, beyaz bir labradorun yaşamı boyunca bir ailede olup bitenleri anlatan duygusal komedi bir filmin adı yazılıydı. Marley & Ben. Hemen gidip filmi aldım. Evde ortamı hazırladım. Ailecek seyrettik. Filmden sonra eşim ağlıyordu ben ise içimden gülüyordum.
Köpeğimiz Altın şimdi 2 yaşında dişi bir golden retriever. Bir sevgi arsızı. Bir köpeğe sahip olmadan önce aslında bu denli zeki olabileceklerini hiç düşünmezdim. Artık eminim ki bizim tüm söylediklerimizin ötesinde duygularımızın ve zaaflarımızın da farkında. Sadece, işine geldiği zaman, işine geldiği gibi davranıyor. Bir keresinde çiftleşmesi için onu erkek bir golden’ı olan tanıdığımızın evine bıraktık. Eve döndüğümüzde, boş ve sessiz kulübesini gördüğümde, birden kendimi kötü hissettim ve o gün ona ne kadar çok bağlanmış olduğumuzu anladım. İnsan veya hayvan hepimizin sevmeye ve sevilmeye ihtiyacı olduğunu hatırladım.
Yazı içimi ısıttı. Çok keyifli olmuş.
Bence Altın çok şanslı ki böyle bir aileye konuk oldu. Serdar ile beraber yaptığımız bazı seyahatlerde evle yaptığı telefon görüşmelerinde özlem giderilen aile fertlerinden sonra ‘Altın’ın nasıl olduğu’ mutlaka sorulur. Aynı şekilde Serdar’ın eşi Aysun’ da seyahatlerde evi aradığında Altın hakkında malumat almadan telefonu kapatmaz. Hayatınıza giren böyle bir dost kesinlikle vazgeçilmez bir parçanız oluyor.
Filmin kapanış cümlelerini de aşağıya kopyaladım:
Bir köpeğin süslü arabalara ihtiyacı yoktur, büyük evlere ya da güzel elbiselere de. Bir çubuk onlar için yeterli olur. Bir köpek sizin zengin ya da fakir olmanıza, zeki ya da aptal olmanıza aldırış etmez.
Onlara sevginizi verin, onlar da size verecektir.
Kaç tane insan için bunu söyleyebilirsiniz? Kaç insan size eşsiz ve özel olduğunuzu hissettirebilir? Kaç insan size olağanüstü olduğunuzu hissettirebilir?
Harika katkın için teşekkürler Müjdatcım. Ne güzel yazmışsın 🙂