Anasayfa / Anı / Bir Galoşun Çağrıştırdıkları

Bir Galoşun Çağrıştırdıkları

Dün göz hastanesinden randevu alarak, göz doktoruna gittim. Üst kata çıkarken görevli arkamdan bağırdı. “Lütfen galoş giyiniz.” Muayenem bittikten sonra genelde galoşlarımı çıkarmam. Sebep? Hazır giymişim zaten, yollar çamur, toz ayakkabılarım temiz kalır. Bayramyeri’nde yürüyorum. Beni tanımayanlar garip garip ayaklarıma bakıyor, tanıyanlar durdurup soruyor. “Ayağında galoş kalmış!” Ben de gülümseyerek “Biliyorum.” diye yanıt veriyorum. İnanın 10 kişi galoşlarımı sordu. Sonra düşündüm neden biz Türkler böyleyiz diye? 2001’de San Francisco’dayız, karşımızdan dantelli kadın çorabı giymiş, her yerinde dövmeler, palyaço kılıklı bir adam geliyor. Sokakta kafasını çevirip de adama bakan sadece biz varız. Kimsenin umurunda değil.

Beni tanıyanlar bilirler, ankilozan spondilit hastalığımdan dolayı öne eğik yürürüm. Nitekim ne zaman bir Türkle ilk tanışsam hemen “Abi sende ne var? Ben anladım bak sende bel fıtığı var. Benim amcaoğlunda da vardı çektirdi pek rahat etti. Sen de dene.” tarzında bir muhabbete maruz kalırım. Öte yandan Brezilyalı yakın dostum Joao ile Arjantin, Almanya ve Brezilya’da çok güzel anılarımız oldu. Bizim deyimimizle ense tokat seviyesinde samimiyetimiz var. Bana küfretse güler geçerim. Bu adam bir kere bile “Neden böylesin? Neyin var?” diye sormadı. Çünkü biliyor ki neyim varsa ben zaten biliyorum ve gerekeni yapıyorumdur. Belki ben bu durumun dile getirilmesini istemiyor olabilirim ve eğer ihtiyaç duyarsam konuyu ben açarım, eminim ki o da ilgiyle dinler. Yardıma ihtiyacım varsa da elinden geleni yapar.

Sokakta tek bacaklı birisini gördüğünüzde durdurup “Abi bacağın yok.” der miyiz? Dediğimizi farz edelim. Şöyle bir yanıt mı bekliyoruz? “Bacağım mı? İnanmıyorum. Biraz önce buradaydı. Nerede düşürdüm acaba?” 🙂

Urfa’dayım. Sıcaklık gölgede 40 derece. Sabahtan bu yana fotoğraf çekmişiz, hareket halindeyiz. Terden sırıl sıklamım. Ramazan ayındayız. Camilerin avluları gölgedeki soğuk taşlar üzerinde iki namaz arasında bir ters bir yüz yatan insanlarla dolu. Oruç tutup akşam namazını bekliyorlar. Dayanamadım, büfenin birisinden bir şişe su aldım, yüzümü duvara döndüm, etrafa çaktırmadan içiyorum. Hemen arkamda bir çocuk belirdi ve “Kafir, utanmaz adam, ramazanda sokakta su içiyor bir de” diye lafı giydirdi.

Hoşgörülü olmak, karşındaki insanla empati kurabilmek sadece kültürümüzün bize sağlamasını beklediğimiz özellikler olmamalı. Sonradan edinilmiş eğitim ve görgü de bu güzel erdemleri besler. “Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” sözlerini söylemiş Mevlana’nın ülkesinde yaşıyor olmamız bizi daha empatik ve hoşgörülü kılmıyor. Bu güzel erdemlere sahip değilsek bundan biz sorumluyuz. Burası Türkiye ona göre davran diyerek sorumluluklarımızdan kurtulamayız.

Hakkında Serdar Yağcı

Başlamanın en iyi yolu, konuşmayı kesip, yapmaya koyulmaktır.

Bir yorum

  1. Bir de galaşonu çıkar diye başının etini yiyen bir hatun var tabi başında. Onu yazmamışsın.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Scroll To Top