Anasayfa / Anı / Çocukluğumun Son Günü
Çocukluğumun Son Günü

Çocukluğumun Son Günü

Büyük bir mutlulukla telefona doğru koştum. Bu harika haberi bir an önce o sırada anneannemde olan ağabeyim Baki’ye iletmek için can atıyordum. Küçük işaret parmağımla telefonun kadranını çevirmeye başladım. 1… 0… 4… 8…

“Alo” diyerek seslendi teyzem karşı taraftan telefonu açar açmaz.

“Alo teyze, Baki’ye versene telefonu?” diye cevap verdim.

“Bir dakika Serdar, çağırayım.”

Elimde ağır ahize ile beklerken sanki çişim var gibi kıpırdıyor, heyecandan yerimde duramıyordum.

“Evet, Serdar ne var?” diye merak ve endişeyle seslendi Baki diğer taraftan. Öyle ya, telefon açma ihtiyacı duyduğuma göre konunun önemli olması gerekiyordu.

“ve 99 nolu kartı bulduk.” dedim gururla.

“İnanmıyorum, şaka mı yapıyorsun” diye bağırdı Baki.

“Hayır, yemin ederim. Bugün sabah 10 Bibip aldım bakkaldan. Hem de sonuncusunda çıktı 99. Böyle şans görmedim.”

“Vay be, rüya gibi bir şey. Seri tamamlandı yani. Ama parayı nerden buldun?”

“Babaannemden çaldım.”

“Nasıl?”

“Helaya gittiği bir sırada, yastığının altından aldım.”

“Hadi hemen gelsene buraya”

“Tamam, çıkıyorum şimdi.”

Bibip, o yıllarda içinden araba kartları çıkan çocuklar arasında popüler bir şekerli sakızdı. 100 kartlık serisi vardı. Mahallede ve okulda çocuklar kendi aralarında fazla kartları takas yapar ve serilerini tamamlamaya çalışırlardı. Bazı kartlar vardı ki çok ender çıkardı. 99 nolu kart gibi. O günlerde çocuklara “çok paran olsa ne yapardın?” diye sorsanız tereddütsüz “Bir kutu Bibip alırdım” yanıtını alırdınız.

Babaannem kör olduğu için zamanını evde yatağında veya yatağının karşısındaki divanda geçirirdi. Babamın ona verdiği harçlığı yastığının kılıfının içine saklardı. Bibip almak için gerekli para kaynaklarımız harçlıklarımız veya bakkal alışverişlerinin para üstü olurdu genelde. Ancak bu kaynaklar 100 kartlık seriyi tamamlamak için yeterli değildi kuşkusuz. İşte bunun gibi paraya sıkıştığımız zamanlarda son çare olarak babaannemin kesesi aklımıza gelir, onun yatağından uzaklaştığı anları kollar, usulca odasına süzülür, yastığın aldındaki zulayı tırtıklardık. Her hırsızlıktan sonra Babaannem bizi babama şikayet eder, babam da “Annecim, üzülme” diyerek eksilen parayı tamamlardı.

Bir cebime kartları diğer cebime sakızları yerleştirip evden fırladım. Neredeyse koşarcasına yolda yürürken her üç beş adımda bir cebimdeki kartları yokluyor, bir yandan da ağzıma bir sakız atıyordum. Ağzımdaki sakızın şekeri azalınca eskisini çıkarmadan bir tane daha, bir tane daha. İstiklal’den Gazi İlkokulunun önüne gelinceye kadar cebimdeki sakızlar bitmiş, dilimin üzerinde zorlukla yuvarladığım sakız topağı öyle büyümüştü ki artık nefes almakta zorlanmaya başlamıştım. Baki’nin sakızların tümünü çiğnediğimi fark etmesi benim için hiç de iyi olmazdı. Sakız topağını ağzımdan çıkardım Gazi İlkokulunun duvarına yapıştırdım. Baki sorarsa sakızları evde unuttuğumu söyleyecektim.

Anneannemin evinde televizyon odasında Bibip’leri yere dizdik. 100 adet karta büyük bir hayranlıkla bakıyor. Her kartın zaten bildiğimiz hikayesini birbirimize anlatıp eserimizle gurur duyuyorduk.

“86’yı hatırlıyor musun? Ali’yle takas etmiştim.” dedim.

“Evet, sadece onun için üç kart vermiştik Ali’ye” diye yanıtladı Baki.

“İyi bir takastı bence.”

“16’yı da Saltak’daki bakkaldan almıştım.” dedi Baki.

“Evet hep aynı bakkaldan sakız almak iyi bir strateji olmaz. Bunu bütün çocuklar bilir.” diye yanıtladım.

O gün anneannemin günü vardı. Mahallenin kadınları çocuklarıyla beraber anneanneme geleceklerdi. Anneannem odaya girdi ve sabahtan beri evde yapılagelen hazırlıkların üzerinde bıraktığı yorgunluğun acısını bizden çıkarırcasına “Misafirler geliyor, toplayın şu kağıtları odanın ortasından, dağınıklık istemiyorum.” diye bağırdı. Evin kalabalık olmasına az kalmıştı. Kartlarımızı güvenli bir yere koyup gelecek olan çocuklarla oyuna dalmak için sabırsızlanıyorduk. Kartları televizyon büfesinin üzerine koyduk ve çocuklarla oyuna başladık. Ara sıra kartlara göz atıyor, yerinde durup durmadıklarını da kontrol ediyordum.

Bir ara, dayımın kızı Banu, televizyonda Şeker Kız Candy’nin başlama saatine çok az kaldığını duyurdu. Çizgi film başlamadan en az beş dakika öncesinden televizyonu açmamız gerekiyordu çünkü anneannemlerin tüplü televizyonunun ısınıp görüntü vermeye başlaması uzun süre alıyordu. Teyzem hepimizin eline kurabiyelerimizi verdi ve hiç olmazsa bir süreliğine curcunanın eksik olmasının umuduyla televizyon seyretme fikrini şiddetle onaylamıştı.

Misafirler yavaş yavaş evlerine yollanıp da ev yine eski sessizliğine büründüğünde ilk aklıma gelen kartlarıma tekrardan kavuşmak olmuştu. Ancak kartlar televizyonun üzerinde yoktu. Hemen Baki’ye bağırdım.

“Kartları sen mi aldın yerinden”

“Hayır, hiç dokunmadım.” diye endişeyle yanıt verdi Baki.

Ev ahalinde yaptığımız soruşturmaya dayımın kızı Banu “Evet kimin aldığını biliyorum sanırım. Sarı Mehmet’in elinde gördüm kartları. Muhtemelen hep beraber çizgi film seyrederken fark etmiş olmalı.” diye yanıtladı.

“Sarı Mehmet mi?” dedi Baki. Gözleri kocaman olmuştu. Sesinde hafif bir titreme vardı.

“Sarı Mehmet mi?” diye tekrarladım sessizce ben de.

İşte bu kötü haberdi. Sarı Mehmet mahallenin en yaramaz çocuğuydu. Mahalleli Mehmet’in yaramazlığından yaka silker hale gelmişti.

“Baki, hemen Mehmet’i bulup kartlarımızı geri almalıyız.” dedim.

“Onu nereden bulabiliriz?” diye sordu Baki, Banu’ya.

“Bir çetesi vardır. Genelde dört kişi takılırlar. Atatürk Parkı’nın karşısındaki boş arazide oynarlar.” diye cevap verdi Banu.

Çete mi? Dört kişiler mi? O kartları geri almak zor olacağa benziyordu. Ancak aylarca büyük emeklerle tamamladığımız seriden bu kadar da kolay vazgeçemezdik. Bir çocuk en sevdiğimiz şeyi elimizden alacak ve hiçbir şey olmamış gibi arkamızı dönüp hayatımıza devam mı edecektik. Hem belki kavga etmek zorunda kalmazdık ve güzellikle söylersek bize geri verirdi kartlarımızı.

Baki’yi kartlarımızı almak için boş araziye gitmeye ikna ettim. Baki isteksizdi çünkü büyük olarak Mehmet ve çetesiyle muhatap olacak olan da oydu. İkimiz de Mehmet’in arazisine doğru giderken onu orada bulamamayı umuyorduk. Böylelikle hem kendi öz saygımızı yitirmeden kartlarımız için gerekeni yapmış olacak, hem de olası bir kavgada bir zarar görmemiş olacaktık.

Tam o sırada aklıma harika bir fikir geldi. Eğer iyilikle kartlarımızı geri alamazsak Baki’nin tek başına dört çocuğun hakkından gelmesinin tek yolu Baki’yi Katilüs moduna geçirmekti. Evet, Baki aslında bir dünyalı değildi. Galaksimizin uzak bir köşesinde yer alan Katilüs gezegeninden özel bir görev için gönderilmişti. Bebeklik fotoğraflarımızı ona gösterip “Hani bak sen de bu evde dünyaya gelmişsin” diye söylemlerini çürütmeye çalıştığımda bana daha cenin halindeyken annemin karnına uzaylılar tarafından yerleştirilmiş olduğunu söylemişti. Evde iki kardeş her gün kavga ederdik. Baki boğuşmanın ortasında kendi göbek deliğine basar, ardından gözlerini kapar ve kısa bir baygınlık geçirirdi. Ondan sonra da büyük bir güçle üzerime çullanır ve beni bir güzel döverdi. Baki’nin Katilüs aktivasyon düğmesi göbek deliği idi. Oraya yanlışlıkla bile basıldığında onu hiç kimse engelleyemez, doğa üstü bir güce kavuşurdu. Bu Katilüs meselesi iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı. Ancak bir şekilde onun Katilüslü olmadığını ispatlayamıyordum. Eğer Baki gerçekten bir Katilüslü ise Mehmet’in çetesini darmaduman edecekti eğer değilse dayak yiyecek ama ben de aradığım ispata kavuşmuş olacaktım.

Baki’ye dönüp “Eğer durum sıkışırsa sen Katilüs moduna geçer hepsinin hakkından gelirsin di mi?” diye seslendim. Baki hiç cevap vermedi. Başımız önde yürümeye devam ettik. Boş arsaya geldiğimizde korktuğumuz başımıza gelmişti arsanın diğer köşesindeki dört çocuk onların arazisine girdiğimizi fark etmiş yanımıza doğru gelirlerken Baki’nin kulağına “unutma, sen bir Katilüslüsün” diye fısıldadım. Baki’nin suratı sapsarı kesilmiş ve ağzını bıçak açmıyordu.

Çocuklar yanımıza geldiğinde Mehmet’e seslendim. “Kartlarımız sendeymiş. Onları almaya geldik.”
Mehmet “Ben almadım kartlarınızı” diye yanıtladı.

“Yalan söylüyorsun hırsız, Banu görmüş elinde” dedim.

Çetenin diğer elemanları suratlarında alaycı bir gülümsemeyle Mehmet’e dönüp “Döveriz bunları” diye seslendiler.

Mehmet elini cebine attı, cebinden kart destesini çıkardı, elini havaya kaldırdı ve bize göstererek “Hadi bakalım kolaysa gelin alın, işte burada” diye bağırdı ve tüm desteyi olanca gücüyle havaya fırlattı. Bütün kartlar bir yağmur gibi başımızdan aşağı saçılırken çetenin çocukları kahkaha atıyorlardı. O andan sonra kavga kaçınılmazdı. Baki’ye baktım bir harekette bulunmuyordu. İş başa düşmüştü. Küçük işaret parmağımla Baki’nin göbek deliğine bastım. Basıldığı iyicene belli olsun diye de basma esnasında “Klik” diye sesini bile çıkarmıştım. Bu olay bittikten sonra “Aslında sen doğru noktaya basmamıştın” gibi bir ithamla karşılaşmak istemiyordum doğrusu. Ardından Baki’yi çocukların ortasına doğru sürüp, “Abim hepinizin hakkında gelecek!” diye bağırdım. Sonrası bir toz bulutu. Baki dört çocuğun arasında kaybolmuştu neredeyse. Fena dayak yemişti. Karmaşa sona erdiğinde yüzü gözü çiziklerle dolu, üstü başı toz toprak içinde, gömleği de yırtılmıştı. Bibipleri bile yerden toplamadan ortamdan kaçtık ve eve gidinceye kadar utancımızdan hiç konuşmadık.

Eve vardığımızda teyzem Baki’nin halini görünce bir çığlık atarak “Bu da ne hal böyle!” diye bağırdı. Öte yandan, onun yanında duran benim, üstüm başım temiz, yüzümde tek bir çizik bile yoktu. Bu durum mantıklı bir açıklamaya muhtaçtı kuşkusuz. Baki’ye, olanlara bir açıklık getirir mi acaba diye baktığımda küçük işaret parmağıyla beni gösterdiğini fark ettim. Başımı kaldırıp teyzeme baktığımda ise kızgın bakışlarıyla göz göze gelmiştim. Olayın bende patlayacağını hissetmiş olmalıyım ki teyzeme “Teyzecim, müsade edersen her şeyi anlatacağım.” diye seslendim.

“Evet anlat bakalım hemen, çabuk seni dinliyorum.” diye öfkeyle yanıtladı teyzem. Çok zamanım olmadığını hissetmiştim. Mümkün olan en kısa şekliyle tüm olanları basitçe anlatmalıydım.
“Bibip’lerimizi geri almak için Baki’nin Katilüs moduna geçmesi gerekti.” dedim umutsuzca teyzeme bakarak. Teyzemin suratındaki kızgın ifadeye şaşkınlık da eklenmişti sadece. Ve o gün son dayağı ben yedim teyzemden.

O günden sonra babaannem paralarını yastık altına koymadı. Onun yerine evdeki en güvenli yere, iki memesinin arasına koymaya başladı. O günden sonra bir daha sakız kartları biriktirmedik. Ve o günden sonra Baki bir daha Katilüs moduna geçmedi.

O gün çocukluğumuzun son günüydü.

Hakkında Serdar Yağcı

Başlamanın en iyi yolu, konuşmayı kesip, yapmaya koyulmaktır.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Scroll To Top