Fotoğraf © Serdar Yağcı
Denizli: Ege Bölgesi’nde yer almaktadır. İzmir’den sonra Ege bölgesinin en büyük kentidir. Türkiye’nin ise en büyük ve en gelişmiş on altı şehrinden biridir.*
Denizliliyim diye söylemiyorum ama bir Denizlili:
- Medeni ve centilmendir. Denizli Atatürk Stadyumu, Türkiye’deki ilk tel örgüsüz stadyum olma özelliğini taşır.
- Girişimci ve çalışkandır. Türkiye’de Anadolu Kaplanları olarak bilinen ihracatçı şehirlerin başında gelir. Her yıl milyarlarca dolarlık ihracatıyla Türkiye’nin lokomotif sanayi şehirlerinden biridir. 2011 yılında Türkiye genelinde ihracatın ithalatı karşılama oranı %56 iken Denizli’de %116’dır.
- Yeşili sever. Denizli’nin % 59’u ormanlarla kaplıdır.
- Dürüsttür. Türkiye’deki kaçak elektirik kullanımının en az olduğu ildir.
Bu özellikleriyle Denizli tek başına bir ülke olsaydı dünyada yaşam standartının en yüksek olduğu, örneğin İsviçre gibi, bir ülke olurdu. Ancak Denizli’nin kendisini iyi pazarlayamadığına inanıyorum. Yurt dışındayım, yabancılar bana “Nerelisin?” diye soruyorlar. “Türkiye’den” diyorum. “Onu anladık da Türkiye’nin neresinden?” şeklinde ısrar ediyorlar. “Denizli” diye yanıtladığımda “Orası neresi ki hiç duymadık?” şeklinde geri dönüşler alıyorum.
Bir gün ağabeyimin bir arkadaşı benden Denizli’nin gece ışıklandırılmış halde çekilmiş bir fotoğrafını kendisi için çekip çekemeyeceğimi sordu. Ben de “tabii ki olur, neresini çekelim” diye sordum. Aramızda konuşuyoruz.
– Çınar meydanı mı olsun?
– Olabilir tabi, caminin ışıkları yakıldıktan sonra çekerim.
– Yok beni pek sarmadı. Başka neresi olabilir?
– Çevre yolunda ışıklandırılmış üstgeçitler var onları çekeyim.
– Yok onları da istemiyorum. Daha Denizli’ye özgü bir şey yok mu? Hani bakınca herkes burası Denizli desin.
– Hepsi bu işte. Denizli’yi tanımlayan, gece aydınlatılan, insan yapımı, heykel veya mimari bir eser yok ki?
Dünya’nın marka olmuş şehirlerinde o şehrin ikonu olmuş sanatsal veya mimari eserler vardır.
- Paris – Eyfel Kulesi
- New York – Empire States binası
- Londra – Saat Kulesi
- Atina – Akropol
- Brüksel – Manneken Pis (İşeyen çocuk heykeli)
- İstanbul – Kız kulesi
- Kopenhag – Deniz kızı heykeli
- Berlin – Brandenburg kapısı
- Moskova – Saint Basil Katedrali
- Dubai – Burj Halife
- Kuala Lumpur – Petronas binası
Çınar meydanında uzun zamandır var olan daha sonra kaldırılan bir horoz kitsch’i* vardı. Zavallı yerli ve yabancı turistler önünde çekilecek özel bir eser bulamadıkları için gidip bu horozun önünde fotoğraf çektiriyorlardı. Hatta televizyonlarda yarışma programlarında Denizli’den birisi telefonla bağlandığında Denizli’yi tanımlamak için yine bu horozu gösterirlerdi. Şimdi onu kaldırdılar ve yerine iyiniyetli bir çalışma olarak gördüğüm camdan yapılacak olan başka bir horoz yerleştirilecek. Horozun yerleştirileceği yer kapatılmış durumda ve etrafında şu yazıyor. “Buraya Türkiye’nin en büyük cam heykeli yerleştirilecek.” İyi de Denizli zaten en yukarıda da belirttiğim gibi birçok konuda Türkiye’nin en iyisi. Neden hala Türkiye’de takılı kalıyoruz? Bir eser yapacaksak neden Dünya’nın en büyüğünü, en özelini yapmıyoruz? Dubai’deki dünyanın en yüksek binası Burj Halife gerekli olduğu için mi o kadar yüksek yapıldı? Tabii ki hayır, asıl amaç marka yaratmak.
Denizli’ye dünyaca meşhur bir eser kazandırmak için üç şeye ihtiyacımız var.
- Özgüven
- Vizyon
- Para
Denizli’de vizyon sahibi insanlar olduğunu biliyorum. Bu insanlara kulak kabartmak gerektiğini düşünüyorum. İşin para kısmına gelince, bu konuyu uzun vadeli bir yatırım olarak görmemiz gerekiyor. Örneğin, sadece Eyfel kulesine çıkmak için turistlerin bıraktığı para yılda 2 Milyar dolar. Üstüne çıkmadan, sadece önünde fotoğraf çektirmek için Paris’e gelip de para harcayan turistlerin bıraktığı dövizi hiç konuşmayalım bile.
İsviçre’nin Basel şehri Avrupa’nın sanat başkentlerinden biridir. Üstelik bu kentte birçok Türk yaşar. Basel’de yaşayanlar sahip oldukları sanat müzesi ile gurur duyarlar. Bir gün Picasso’nun bir eseri Dünya’nın başka bir köşesinde satılığa çıkarılmış. Bunu duyan Baselliler eseri almak istemiş ancak eser çok pahalı. Şehirde bir kampanya başlatılmış Picasso’nun resmi için para toplanmış ve sonucunda da eser alınmış. Biz de Basel’de bu eseri görmek için müzeye gittik ve pek tabii ki girişte de bir güzel para ödedik. Bu gibi kampanyalarla Basel Sanat Müzesi’ne kazandırılmış birçok eser sayesinde bu şehir sanat konusunda bir marka olmuş durumda. Eminim ki yapılan bu yatırımın maddi karşılığını er ya da geç alacaklardır. Hani diyorum ki ülke olarak sanatla aramız pek hoş değildir ancak iş adamlarımız, yöneticilerimiz yeteneklidir. Bu gibi hikayelerden Denizlimiz açısından faydalı sonuçlar çıkarabilirler.
Üstelik Denizli olarak bizim Pamukkale gibi çok önemli bir avantajımız var. Pamukkale’yi 2011 yılında 1 milyon 713 bin turist gezmiş. Ancak bu turistlerin Denizli’ye kadar geldikten sonra şehir merkezinde görebilecekleri, önünde fotoğraf çektirebilecekleri orijinal bir eser yok. Bu sebepten dolayı genellikle Denizli şehir merkezine uğramadan yollarına devam ediyorlar. Böyle bir mimari veya sanat eseri olsa görmek ve önünde fotoğraf çektirmek için gelecek tur otobüslerinin sadece park yeri parasından elde edilecek gelir bile esere yapılan yatırımı kısa zamanda karşılar. Yani açık denizdeyiz. 3 kiloluk bir levreği yakalamışız. Artık geriye sadece kepçeyi uzatıp levreği tekneye almak kalmış ama beceremiyoruz ve levrek oltadan kurtuluyor ve kaçıyor. Denizli’nin girişimci ruhuna yakışmaz.
Bazı konularda da girişimcilerimizin hakkını vermek lazım. Rahmetli Nuri Sözkesen tarafından 4. uluslararası UFO müzesi Denizli’de açılmıştı. Sadece bu bile Pamukkale için gelmiş turistleri çeken şehirdeki ilginç noktalardan biriydi. Zorlu Holding yönetim kurulu başkanı Ahmet Nazif Zorlu’nun Denizli’de Türkiye’nin en büyük arkeoloji müzesini yaptıracağı haberlerini de geçen yıl gazetelerde okuduk. Çok güzel fakat çok gecikmiş bir haber. Umarım gerçekleşir.
Denizli çok daha fazlasını hak ediyor. Geleceğe umutla bakmak istiyorum.
Kesinlikle hak veriyorum , üstünde fikir jimlastiği yapılacak güzel bir konu.
Teşekkür ederim Kamilcim.