Denizli’de mimar olmak!
Şu ana kadar yaptığım işlerde mimari bilgisinin olmadığını kabul eden, bir işverenle karşılaşmış değilim. Aksine, hemen her kişi, eğitimini almadığı halde çok zevkli olduğunu, mimari yeteneğinin doğuştan geldiğini öne sürüyor. Bu durum, bundan sonraki işlerde de çoğunlukla mutlaka karşıma çıkacak. Ne yazık ki mesleğimizin de “iki kere iki dört eder” şekli olmadığı için karşı tarafa, isteklerinin yanlış olduğunu anlatabilmek biraz zor oluyor. Çünkü bu durumu değiştirmek, bizim gibi meslek itibarı, estetik kaygısı olmayan toplumlarda, kısa süreçte olabilecek bir durum olarak görünmüyor. Ama bundan daha acı olan, bu duruma teslim olmuş mimarların, “müşteri ister, ben çizerim” anlayışıyla ve belki de yetersiz eğitimle bu sisteme yenik düşmüş olmaları… Mimari kaygılarını kenara koyup, daha fazla rant için, yarattıkları biçimsiz kütleleri kentin sanki zorunlu mimarisi haline getirenler oldukça, doğal olarak bunu önlemek isteyen mimari bilinci yeterince oluşmamış denetim mekanizmaları devreye girecek ve bu mesleği layıkıyla yapmak isteyenler buna teslim olacak ve oluyor.
Gördüğünüz kuşbakışı fotoğraflar dünyanın farklı şehirlerinden çekilmiş görüntüler. Sakın bu fotoğrafların dünyanın en gelişmiş şehirlerinden çekilmiş manzaralar olduğunu düşünmeyin çünkü bir tanesi şehrimize 120 km mesafedeki Atça ilçesine ait. “Kültürel, sosyolojik, estetik bilinç açısından az gelişmiş toplum olduğumuz için şehrimiz bu durumda” bahanesinin de çürütülmüş olduğunun kanıtı Atça. Hedeflenir ve istenirse yapılabilirin bir ispatı bu küçük ilçe ve tabi ki Barcelona, Newyork, Vatikan…
Alltaki resim de Denizli’mize kuşbakışı bakış. Ne kadar güzel görünüyor değil mi? Çok yakın geçmişte askeri yolun açılması sonrası kurulan Yenişehir de bu gördüğünüz resimde mevcut. Yenişehir fakat eski şehirden buraya taşınan insanların ortama hemen adapte olabilmesi için her şey düşünülmüş.
Ve tüm bu gördükleriniz onlarca kural, yasa, imar mevzuatı olan düzende gerçekleşmiş durumda. O kadar çok kural var ki çizdiğimiz projeleri onaylatabilmemiz için. Kat yüksekliği, bina yüksekliği, çatı eğimi, toplam m2, çekme mesafeleri, kullanılan alan hesabı, sığınak, yangın holü vs… Tüm bunların bir amacı var tabi ki ve de olmalı fakat sonucunda da yaşadığımız şehir bu olmamalı diye düşünüyorum. Şehircilik ve mimarlığın ana kuralları belliyken gittiğim yolda karşıma çıkan enteresan bina yüzünden direksiyonumu kırmak istemiyorum. Ofisimdeki masamdan dışarıya baktığımda karşımda duran yan cephesi sıvanmamış eflatun renkli apartman yüzünden sinirlenmemek, evimin karşı köşesinde beliren “altı kaval üstü şeşhane” deyiminden esinlenen mimarın tasarladığı eserle keyfimin kaçmamasını istiyorum. Tüm bu mevzuat ve kuralların nedeni bu değil mi gerçekten yoksa? Bu arada yukarıdaki fotoğrafta kırmızı çerçeve içine aldığım düzgün imarlı bölgenin şehir mezarlığı olduğunu da belirtiyim. “Madem bu kadar rahatsızsın çek git” dermiş gibi duruyor sanki.
Mesleki itibarımızın çok değerli olmadığı bir ülkede yaşadığımızı kabul etmek gerekli. Sistemin doğru işlemediği, ekonomik ve sosyal düzenin yolunda gitmediği toplumlarda bu durumu doğal karşılamakla birlikte, masaya da yatırmak durumundayız. Çevremizde yaşadığımız birçok sorunun “mesleki etik” eksikliğinden kaynaklandığını düşünüyor, toplum kültürüne teslim olup mimari kaygıyı bir kenara bırakan mimar meslektaşlarımı da, hastasını muayene etmeden istediği ilacı reçetesine yazan doktora benzetiyorum. Halbuki, insan sağlığı ve toplum psikolojisine bu denli direk etki eden mimarlık mesleğinin büyük sorumlulukları olduğunu, yaşadığımız kente biçim veren yapıları tasarlayarak kent psikolojisi ve günlük yaşantılarımız üzerinde ne kadar etkili olduğumuzun farkına varmalıyız. Her gün geçtiğimiz caddeler, sokaklar, yürüdüğümüz kaldırımlar, tasarladığımız mekanlarla mutlu veya mutsuz bir toplum yaratmadaki etkinliğimizin farkında olmalı, kişilerin yaşam tarzlarını değiştirip şekillendirebileceğimizi unutmadan bu mesleği yerine getirmeliyiz.
Dr. Mimar Halit Coza