Yazı ve Fotoğraf © Müjdat Üzel
Soldan sağa: Yaman YAMANGİL, N. Devrim AL, M. Bahadır SAVAŞ, Ümit AVCI, M. Müjdat ÜZEL
‘Müjdat! Kalk çöz şu soruyu!’ diye inledi sınıf…
İzmir Karataş Lisesi’nin denize bakan sınıflarından birisinde, hemen camın kenarında ve sınıfın en güzel kızı ile otururdum. Benden başka herkes ona aşıktı. Ben başka sınıftan uzun ve zayıf bir esmere takmıştım kafayı. Siyah uzun saçları, siyah çerçeveli gözlükleri ve incecik bir beli olduğunu hatırlıyorum. Tüm erkekler birbirlerine kime aşık olduğunu söylese de o zamanlar kızlara söylemek aklımıza gelmiyordu. Kutu kolanın ülkemize ilk girdiği yıllardı.
Sınıf ama ne sınıf? O zamanlar modern şehircilik anlayışı yoktu. Bizim liseden mezun olduğumuz yıllarda gelişti. Körfezi o zaman doldurmaya başladık. Zaten kanalizasyon ile, türlü kimyasallar ile, her türlü atık ile dolduruyorduk. Ama aklımıza taş-toprak dökmek nedense geç geldi. O zaman Karataş Lisesi’nin bahçe duvarı deniz ile bitişikti.
Bence o körfezin kışı, yazından çok daha etkileyici idi. Gökyüzü birden bire kararır, toz toprak havalanır, yıldırımlar çakmaya başlar, sınıfın camları zangır zangır sallanırdı. Hava ve deniz öfke gibi kabarır, kimi bulduysa ona çatardı. Az sonra eve gitmek için çıkacağım milyon basamaklı merdivenli yokuşun nehire dönüştüğünü hayal ederdim. Sudaki tek tük kayıklar çılgınca batar çıkar, kocaman dalgaların meraklı taneleri duvarımızı aşıp bahçemizdeki yağmur damlalarına katılırdı. Bakmamak elde mi? Bu yüzden çok azar işittim. Oturduğum yer hem bahçeyi hem denizi görürdü.
Kalkıp soruyu çözmemi söyleyen fizik dersi öğretmenimizdi. Memduh Bey. W harfini ‘dubul ve’ diye söyleyen kır saçlı, orta boylu, akıllı bir adamdı. Doktor olmayı istediğimiz için fen sınıfındaydık. O zamanlar bilmiyordum. Ama fiziğim iyiydi.
Önceleri ürkek ürkek kaldırdığım parmaklarım gitgide ısrarla tavanı gösterir olmuştu. Fizik dersini hem anlıyor hem de seviyordum.Sınavlarım iyi geçiyor, sınıftaki aktifliğim sebebi ile sözlü sınavlara girmiyordum. Memduh Hoca’ mız önce konuları anlatır sonra da soru çözmeye başlardı. Zaman ilerledikçe öğretmenim beni ve bir kaç arkadaşımı kanıt olarak kullanmaya başladı. ‘Bakın’ diyordu. ‘Bunlar anlamış işte!’ Benim kanıt fonksiyonum yanında yazmanlığım da vardı. Sınıfın genelinin anlamadığı soruları kalkıp tahtada yazarak çözerdim. Ben çözerken Memduh Hoca iyice yükselir, ‘Ben size asal eksene paralel gelen ışın odaktan geçecek şekilde yansır diye kaç defa söyledim! Defterinize de yazdırdım. Bunu hatırlamazsanız soruyu nasıl çözeceksiniz?’ diye bir taraftan söylenir bir taraftan çözümü herkes anlasın diye uğraşırdı.
Üniversite sınavına hazırlık olması için hafta sonları okulun kendi öğretmenleri kurs açardı. Ben de o güzel sınıfıma serbest kıyafetler ile gidebilmenin mutluluğu ile o kursa yazılanlardan biriydim. Genelde konu anlatımı olmaz, işlediğimiz derslerin sorularını çözerdik. O cumartesilerden birisinde tam iki sorunun arasında daha genç bir fizik hocası kapıyı çalarak başını uzattı.
‘Memduh Hocam, telefonunuz var.’ dedi. ‘Çocuklara ben bakayım da siz görüşün. Öğretmenler odasındaki telefondan aradılar sizi..’
Genç öğretmen sınıfı devraldı. En son ne soru çözdüğümüzü sordu. Sonra’da bize bir soru sordu. Soruyu çözenlerden birisiydim. Ama tahtaya başkası kalktı. Sorunun işi bitti. Tahta silindi. Memduh Hoca’mız telefondan döndü. Yüzünde ne endişe ne mutluluk vardı. Belli ki telefon çok önemli değildi. Teşekkür edip sınıfı geri devraldı. Körfez o gün yine çok etkileyici idi.
Ertesi hafta içinde sınıfımızın fizik dersinde Memduh Hoca aynı soruyu sınıfa sordu. Kursa gidenler olarak birbirimize baktık. Soruyu geçici olarak derse giren fizik öğretmeni ile çözeli 1-2 gün olmamıştı. Bekleme süresinin sonunda cevaplar gelmeyince sınıf yine inledi:
‘Müjdat! Kalk çöz şu soruyu!’
Kalkıp çözdüm. ‘Otur! 10!’ dedi Memduh Hoca. Bir taraftan da söyleniyordu yine. ‘Bu formülleri size vermiştim. Benzer soruları beraberce çözmedik mi? Sadece bir yeri değişik…’
Hafta sonu kursundakilere göz attım. Gıkları çıkmıyor. Beni satmayacaklar belli. Ama içten içe kınıyorlar. Tenefüste tepeme binecekler. Her şeyden öte ben mutlu değilim. Haketmediğim bir şeyi niye alayım? Söyleyeceğim ama Memduh Hocam bir türlü sakinleşmiyor. Sınıfa tatlı tatlı kızmaya devam ediyor. Son anda aradan cılız sesimle seslendim:
‘Hocam bu soruyu hafta sonu kursta siz telefon ile konuşurken biz sınıfta çözdük.’
Memduh Hocam dondu kaldı. Sınıf zaten sessizdi. Körfez bizi takmıyordu. Bir bana baktı bir sınıfa baktı. Daha yüksek sesle bağırarak:
‘Otur! Bir 10 daha!’ dedi.
Tüm endişem, şaşkınlığa, gurura ve mutluluğa akan ırmaklara dönüştü. İşte o zaman kesin emin oldum. Benim fiziğim iyiydi.
Kış bahara dönmeye başlarken bir kaçımız aşık olduğu kızı değiştirse de yine gidip söylemedik. İnsanı delip geçen İzmir ayazı yerini kısa kollulara, fırfırlı minilere bırakıyorken fizik dersimizin rutininde pek bir değişiklik yoktu.Kuvvetle ihtimal ben başta olmak üzere soruları tahtaya yazıp çözme işi sürüyordu. Artık ’10’ yerine aferin alıyorduk. Filmin sonu belli olmuştu. Kanaatler oluşmuş okulun bitmesine sadece son sınavlar kalmıştı.
O zamanlar ne soru bankaları ne yardımcı kitaplar vardı. Öğretmenler bizi çalıştırmak için soruları kendileri derlerdi.Memduh Hocam çantasından dağınık 3-5 kağıt çıkardı. Anladık ki soru çözecektik.Fizik ile arası iyi olmayanlar pıstlar. Yazmanlar hazırlandık. Birisi hiç kimse bir şey demeden kalkıp tahtayı silmişti, çok iyi hatırlıyorum. Çünkü hayatımın en zor 15 dakikasını o gün yaşayacaktım.
Soru geldi. Dışarıdan bakıldığında her şey normaldi. Memduh Hoca’mız sorduktan sonra makul bir süre beklerdi hep. Sonra ‘kim çözecek?’ diye sorardı. Biz parmak kaldırmayı bırakmıştık artık. Dersi zayıf olanlar öncelikliydi.Soruyu çözüp,10 alıp zayıfı düzeltenler olmuştu.Birazdan ‘Müjdat! Kalk çöz şu soruyu!’ diye duyacaktık. Benden başka hiç kimse endişeli değildi. Çünkü soruyu çözememiştim. Eğer beni kaldırırsa rezil olacaktım. Çalışkan imajım, iyi olan fiziğim yerle bir olacaktı. İnce belli esmer ne düşünürdü acaba benim hakkımda? Zil çalar mıydı? Telefon gelir miydi? Başkasını kaldırır mıydı? Tüm arkadaşlarım benimle dalga geçecekti. Meğer artık önemsizleşen fizikteki başarım benim için ne kadar da değerliymiş. Ağlayacağım. Duyduğum panik aklımı iyice aldı. Hiçbir şey yapamaz hale geldim. artık okuduğumu da anlamıyordum.
Memduh Hoca’nın yavaş yavaş artan kızgınlığı akkor hale gelmek üzereydi. Verdiği emekler ve çabalar helal olsundu ama üniversite sınavı gözümüzün yaşına bakmayacaktı. O zaman çok geç olacaktı. (Benim için şu an bile çok geç olabilirdi.) Ve ne yazık ki o ses duyuldu:’Müjdat! Tahtaya!’
Kalbim bir mideme iniyor bir ağzıma geliyordu. Ne yapacağımı bilemez halde tahtaya yürüdüm.Tebeşiri elime aldım. Ne yazacağımı bilemiyorum, ne yapacağımı bilemiyorum. Ellerim titriyor. Sınıfta herkes sıradan bir olay izliyor.Bana bakan bile yok.Memduh Hoca soruyu tekrar okumaya başladı. Ben de tebeşiri elime aldım. Soruda bize ne verildi ise tahtaya yazmaya başladım. Bize verilenleri öğretmen okudukça tahtaya alt alta yazıyorum. Sorunun sonu geliyor. Benim de..Şu noktadan sonra başka ne olabilir?
Mucize neymiş işte o anda öğrendim. Memduh Hoca siniri ile sorunun çözümünü bana yazdırmaya başladı. Belli ki çözdüğümden emindi ve kendisi anlatarak sınıfa öğretmeye çalışacaktı. ‘Size formülleri ezberleyin demedim mi? Verileri alt alta yazdığınız zaman bakın hangi formülü kullanacağınız belli oluyor hemen. Yaz Müjdat! Yol=hız X zaman değil mi?…’ O söylüyor ben yazıyordum.. Zaten bir iki cümle sonra aklım yerine geldi. Geldi ama baştaki desteği olmasa çözmeme imkan yoktu. ‘Otur! dedi sonra. ’10!’
Körfez sıradan mı sıradan bir bahar gününü sınıf pencerelerimize asmıştı.
Kıymetli Müjdat Bey,
Yazılarını ilgi ile takip ediyorum. Her yazını okuduğumda mutlu oluyorum, çünkü okuduğuma pişman olmuyorum hiç birinde. Kaleminize saygım her geçen gün artıyor. Tebrik ederim…
Oğuzhan Hocam;
Çok teşekkür ederim. Beğenenler arasında olmanızdan şişiniyorum. Hatalarımızı görmezden gelin artık. Ben çok dert etmeden yazıyorum. Yazım kurallarına kamyonla girmiş olabilirim. 🙂
Yıllar sonra sınıf arkadaşım diyerek gururlanıp internette adını arkadaşlarıma yayacağım aklıma gelmezdi; hem de konu Çernobil iken… Tınılı sesini zar zor hatırlıyorum, kusura bakma. Kerem’le sık görüştüğüm için herhalde, taptaze anılarım. Sevgiler Müjdat.
Sevgili Atalay;
Çok teşekkür ederim güzel sözlerin için.
Görüşmek dileği ile.
Basit ama basit olduğu için güzel bir hikaye.. Çok ritmik yazılmış.. Tebrikler…
Teşekkürler…