Fotoğraf © Serdar Yağcı
Bu yazı “Yeni Delhi’de Bir Gece“ adlı yazımın devamı niteliğindedir.
Trafik lambalarının durdurmakta kifayetsiz kaldığı, geniş caddelerde düzensiz bir şekilde akan yoğun trafiğin birden durduğunu fark ettim. Arabalardaki bu hareketsizliğin sebebi, neredeyse ölmek üzerinde olan, kaburga kemikleri ve derisinden başka geriye hiçbir şey kalmamış derecede zayıf, hasta, halsiz, üzerinde pirelerin oynaştığı bir sokak köpeğinin karşıdan karşıya geçmeye yeltenmesiydi. O kadar çelimsizdi ki üzerine tükürsem, yere yığılıp düşebilirdi. Yavaş yavaş caddenin ortasına gelene kadar hayli zaman geçmişti. Trafik sabırsızlanmaya başlayacak ve köpeğin üzerine doğru sürecekler diye bekliyordum. Ancak tüm trafik istifini bozmadan sanki Almanya’daki bir şöförün kırmızı ışığın sönmesini beklerken ki kabullenmişlikle beklemeye devam ediyordu. Köpek karşı kaldırıma ayak bastığında trafik tekrar celallendi. Hindistan’da insanlar belki yeterince hijyene önem vermiyorlardı ve yaşamı sistemlere oturtup herkes için daha kolay yürütülmesini sağlayamıyorlardı ama çevremizdeki ne türden olursa olsun her canlıya karşı sabırlı ve saygılıydılar.
Hazır Yeni Delhi’de birkaç gün daha geçireceksem bari iyice gezeyim ve fotoğraf çekeyim diye düşünüyordum. Yolda bakına bakına yürürken yanıma bir hintli yanaştı. Nereli olduğumu sorarak başladığı muhabbet gittikçe koyulaştı. O kadar sıcakkanlı ve kibar bir tarzı vardı ki Delhi’nin turistik mekanlarını beraberce gezme fikrine karşı çıkmadım. Bir tuktuk (motogozi taksi) durdurduk ve atladık. Turistik mekanlara girerken hem şahıslar hem de fotoğraf makineleri için giriş ücreti alınıyordu. Arkadaşım beni dışarıda beklerken ben kendi başıma içeri giriyor ve her defasında bana “istersen makineni de ben tutar burada beklerim, gereksiz yere para ödeme” diye teklifte bulunuyordu. Bu teklifini kibarca rededip içeri giriyordum. Samimiyetimiz günün ilerleyen saatlerinde artmış ve karşılıklı olarak adres ve telefonlarımızı bile vermiştik. Akşam yemeğini onun evinde beraber yemeyi teklif etti. Bana ailesinden, kendi yaşamından bahsediyordu sürekli. Ben de farklı kültürleri tanımak amacıyla yola çıktığım bu seyahatin amacına uygun olacağı gerekçesiyle yemek teklifini kabul etmiştim. Ayrıca bu misafirliği ilginç fotoğraflarla da taçlandırabilirdim. Bana bu durumda evi için ufak birkaç alışveriş yapması gerektiğini söyledi ve akşam geri vermek kaydıyla biraz para istedi, ben de verdim. Manavdan bir koşu meyva alıp geri döndü. Aynı şekilde birkaç ufak alışveriş daha yaptıktan sonra geniş bir caddenin kenarında taksimizi durdurdu ve bana caddenin karşı yakasındaki kasaptan biraz et alacağını söyleyerek cebimde kalan son bütün rupiyi üstünü getirim diyerek istedi. Onu da vermiştim.
15 dakika boyunca takside bekledim. Ancak adam hala geri dönmemişti. Taksiciye beklemesini söyleyip ben de karşıya geçtim ve o dükkanlara baktım. Sorduğum kişiler bana “Sen dolandırılmışsın, geçmiş olsun” ifadesiyle bakıyorlardı. Birden aklıma adamın bana yazdığı adres ve telefonu geldi. Hemen taksiye geri dönüp, şöföre bu arese gidelim dedim. 20-30 dakikalık bir yolculuktan sonra şöför bir yere geldi ama emin değil. Yoldan geçenlere soruyoruz, herkes adrese bakıp bakıp “olmaz, yok böyle bir şey” anlamında kafasını sallıyor. Böylelikle 1 saatlik bir taksi yolculuğu sonucunda adresin uydurma olduğunu anladık. Bu arayışlarımız esnasında balkonda bizi izleyen bir aile halime acımış olacak ki telefon numarası yok mu? diye seslendi. Yazdığı numarayı kendilerine okudum. Bana gerisi ne diye sordular. “Ne demek gerisi? Hepsi bu işte” diye yantladım. “Ama Delhi’de telefon numaraları 7 hanedir burada sadece 6 rakam var.” dediler. Oldukça köşeli jetonum düşmemek için direnirken artık daha fazla dayanamayıp büyük gürültüyle düştü. Tam o sırada arkamdan bir el omuzumu dürtükledi. Döndüm baktım taksici avucunu açmış para istiyordu. Cebimde hiç para kalmamıştı. Durumumu taksiciye anlattım, zaten her şeye şahit olduğu için fazla dırdır etmedi. Boynunu büktü, uzaklaştı. Böyle bir duruma nasıl oldu da düşmüştüm? Gün boyunca yaşadıklarımı ve adamın bana söylediklerini hatırladıkça bulmacanın parçaları yerine oturuverdi. Kendi saflığıma kızıp dururken halime acıyan ve bana balkondan yardımcı olan ev hanımı beni evine çağırıp çay ve biraz yiyecek ikram etti. Bir süre sıcak bir sohbetten sonra uzun bir yürüyüş yaparak otelime geri döndüm.
Ülkeme dönme isteğimi bu olay daha da kamçılamıştı. Sonraki birkaç gün uçak şirketinin ofisine yaptığım ziyaretler sonucunda dönüşü açık olan biletimi nihayet geçerli bir bilete çevirmeyi başardım. Uygun uçak bulunamamasından dolayı dönüş yolculuğum da uzun ve meşakkatli geçeceğe benziyordu ama yine de dönüyor olmaktan dolayı çok mutluydum.
Men, geçmiş olsun ucuz atlatmışsın… Hikayenin oraya gideceğini başlarda tahmin etmiştim 🙂 Ben de İstanbul’daki Hintliler’le olan maceralarımı anlatırım sana bir ara !
İstanbul’da turizm acentesi sahibi bir kuzenim var. Geçenlerde dedi ki bir türklerle bir de hintlilerle iş yapmıyorum 🙂
O maceralarını dinlemeye can atıyorum. 🙂