Fotoğraf © Serdar Yağcı
Bu yazı “Guruyu Ararken” adlı yazımın devamı niteliğindedir.
Agra’da şöförümden ayrıldım. Akşam Varanasi treni için garda kalkış saatini bekliyorum. Ne olur ne olmaz diye erken gitmişim. Bu arada insanları gözlemleme şansı bulur ve belki de birkaç fotoğraf bile çekebilirdim. O günlerde dijital makineler henüz yoktu. Fotoğraf çekmek yürek isterdi. Günde 1 makara film bitirecek lüksüm olmadığı için her kare için düşünür, tasarlar, hayal eder öyle çekerdim.
Trenim geldiğinde yataklı vagonumu buldum ve yerime yerleştim. 4 yataklı bir kompartımanda, ranzanın üstünde yatacaktım. Kondüktörden öğrenebildiğim kadarıyla sabaha Varanasi’de olacakmışız; ancak bir türlü kesin varış saatini öğrenememiştim. Bu arada Hindistan’daki her toplu taşıma aracında olduğu gibi bu trenin de üstü ve koridorları olmak üzere yolcularla doluydu. Yorgunluktan kafamı vurduğum gibi uyumuşum.
Sabahın olduğunu, pencereden sızan güneş ışığının bir an için gözüme girmesiyle anladım. Daracık ve sert yatağımda birazcık daha kestirirken tren durdu. Ayaklarım açılır, biraz da hava alırım bahanesiyle ranzadan indim ve dışarı çıktım. Güzel bir sabahtı. Durduğumuz yerle ilgili çevrede hiçbir ipucu olmadığı için oradan geçen birisine “Burası neresi?” diye sordum. Verdiği yanıttan bir şey anlamayınca, soruyu başka türlü sormayı denedim. “Burası Varanasi mi?”. Adam evet anlamında başını salladı sanki. Doğrulatmak için tekrar sordum. Yine aynı hareket gibi ama tam da emin değilim. Buraya kadar seyahatte sıradan iki kişinin iletişimsizliği gibi görünen bu sahneye ilahi bir güç tarafından biraz heyecan katmak için olsa gerek bir parametre daha eklenmesine karar verilmişti. Arkamda gittikçe artan bir metal sesi. Döndüğümde trenin yavaş yavaş hareket etmeye başladığını fark ettim. Üstelik tüm eşyalarım da halen trende. Durumu özetleyelim. Hindistan’dayım. Nerede olduğuma emin olmadığım bir yerde yalnız başınayım. Tüm eşyalarım hareket etmeye başlayan bir trende. Bundan sonra ne yapmam gerektiğiyle ilgili karar vermek için 1 saniyeden daha az zamanım var.
Ok gibi yerimden fırlayarak trene girdim, insanların üzerinden geçerek kompartımana daldım, eşyalarımı toparlamadan kucaklayıp kapıya geri döndüm, ilk önce eşyalarımı, ardından kendimi hareket eden trenden dışarı attım. Bir karar vermiştim ve uygulamıştım. Olan olmuştu. Nasıl oldu da böyle bir şey yapmıştım, doğru mu, yanlış mı bilmiyordum. 5 dakika boyunca betonun üzerinde, bu gibi zamanlarda yoğun bir şekilde salgılanan adrenalinin ardından oluşan vücuttaki uyuşturucu etkinin tadını çıkararak oturdum. Kendime geldiğimde yavaş yavaş eşyalarımı topladım ve etrafta “Burası neresi?” sorusunu sorabileceğim birilerini daha aramaya başladım. Bir tuktuk (motogozi taksi) bularak şöförüne sordum. Evet, gerçekten Varanasi’deydim.
Şehir merkezine doğru arkamızda bir toz bulutu bırakarak sallana sallana, küçücük tuktukda ilerlerken, Varanasi’nin rutubetli havasını ciğerlerime doldurup “İyi ki çıkmışım bu seyahate.” diye düşünüyordum.