Anasayfa / Anı / Üsküp’ten Kaçış
Üsküp’ten Kaçış

Üsküp’ten Kaçış

Fotoğraf © Serdar Yağcı

– Ali, sence uçağa yetişebilmemiz için saat kaçta otelden çıkış yapmamız yeterli olur?
– Kaçta uçak?
– Bilette kalkış saati 14:15 yazıyor.
– Hmmm. Saat 13:00’de çıksak yeterli sanırım.
– Nee! Çıldırdın mı sen? Uluslararası bir uçuş bu, en az iki saat önce zaten orada olmamız lazım.
– Tamam hadi 12:30 yapalım.
– Daha kiralık arabayı da teslim edeceğiz.
– Peki o halde 12:15 olsun.
– Burası Üsküp, nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Havaalanı nerede biliyor musun?
– Elimizde bir harita var. Koskoca uluslararası havaalanı. Ne kadar zor olabilir ki? Dün resepsiyondaki görevliye sorduğumda bana en fazla 30 dakikada varırsınız dedi.
– Ne olur ne olmaz biz yine de erken çıkalım.
– Ya Serdar tamam, germe kendini, rahat ol.

Sevgili arkadaşım Ali’yle beraber Balkan ülkelerine yaptığınız seyahatin son günüydü. O gün Üsküp’ten İstanbul’a dönecektik. Saat 12:00 sularında valizimle beraber otelin önüne indim. Eşyaları arabanın arkasına atarken  arabamızın bulunduğu yerden çıkmasını engelleyecek şekilde parketmiş jipi gördüğümde hayırlısı deyip tekrar resepsiyona yöneldim. “Dışarıda bir araba park etmiş ve biz çıkamıyoruz. Lütfen sahibini bulur musunuz?” diye seslendiğim görevli kafasını sallayarak otelin içinde kayboldu. Ali, arkamdan aşağıya indiğinde, bana bakıp “Eee hadi ne duruyorsun, binsene arabaya” dediğinde ona kocaman jipi gösterdim. “Tamam canım, çektirtiriz.” deyip içeri girdi. Sonraki 30 dakika boyunca yapılan telefon görüşmeleri, kavga gürültüden sonra bir adam geldi ve jipi çekti. Neyse sadece 30 dakikalık bir gecikme söz konusu umarım havaalanı yakındır diye düşünüyorduk.

Gördüğümüz birkaç havaalanı levhasından sonra neredeyse son 15 dakikadır hiç levha görmemiştik. Bir otobanda son sürat gidiyorduk. Son gördüğümüz levhalardan anlaşıldığı üzere Belgrad’a olan mesafemiz gittikçe azalıyordu. Ali’ye “Çıkalı yarım saat oldu. Doğru gittiğimizden emin miyiz?” diye sorduğumda Ali’nin de yüzünün renginin attığının farkına vardım. İlk gördüğümüz benzin istasyonuna girip sormaya karar verdik. Girdiğimiz benzin istasyonunun sahibi hanım ingilizce bilmiyordu. Birkaç kez “airport” dedikten sonra anlamayınca bir sefer de bir Türk olarak bağırarak söyledik, o zaman anladı ve bize istasyonun yanındaki toprak yoldan otobanın altına girmemizi ve karşı tarafa geçerek geri dönmemizi el kol hareketleriyle anlattı. Toprak yoldan otobanın karşısına geçmiştik ama tekrar otobana giremiyorduk. Bu sefer karşımıza bir köy çıkmıştı. Köyün çamurlu yollarından ilerlerken birkaç kişiye daha “airport” deme çabası içinde bulunduk ama bir sonuç alamadık. Bir ara iki yaşlı teyzenin yanında durup sormayı denedik. 3-5 denemeden sonra “daaa, areporto” dediler. Biz Ali’yle “da, da, areporto” diye çığlık kıyamet seviniyoruz. Kadınlar ilk önce kollarıyla yılan gibi bir sağa dön, bir sola dön hareketi yapıyorlar ki biz birbirimize “Eyvah!” diye bir bakmışız. Bunu gören teyzeler bize acımış olacaklar ki arabaya bindikleri gibi hadi gazlayın dediler. Bizi dar sokaklar arasından tekrar otobana çıkardıklarında arabadan inip doğru gidin şeklinde bir kol hareketi yaparak bizi yine yalnız bıraktılar.

Köy içinde tırmalarken 15 dakika daha kaybetmiştik. Ali’ye “Bas gaza, baz gaza” diye otobanda daha hızlı gitmesini isterken bir yandan da bir havaalanı levhası arıyorum. Fakat birden karşımıza bir yol ayrımı çıktı ancak havaalanına buradan gidilir diye bir levha yok. Birisi hafif sağa kıvrılıyor, birisi düz gidiyor. Ali’ye sordum “Hangisinden gidelim?”. Ali bana bakıyor “Sence?” diyor. Ben de emin olmayan bir ifadeyle “Düz gidelim o zaman” dedim. Ali de arkasından bana katıldı. “Bence de düz gidelim.” “Emin misin?” diye sordum hemen. “Aslında sağdan da gidebiliriz sanki” demez mi? Eyvahlar olsun, o kadar gergindik ki doğru karar vermeme ihtimalimiz yüksekti.

Çektik arabayı kenara, yoldan geçen arabalardan birini durdurup sormayı planlıyoruz. Ancak geçen arabalar bizim hiperaktif, heyecan dolu hareketlerimizden şüphelenmiş olacaklar ki durmuyorlar. Nihayet gözüpek bir kamyon şöförü durdu. Biz kamyonun kapısını açar açmaz Ali’yle beraber aynı anda adamın suratına tükürürcesine “areporto, areporto” diye haykırıyoruz, bir yandan da elimizle iki yolu gösteriyoruz. Ancak adam bir bana, bir Ali’ye melül melül bakıyor. Daha yüksek sesle bağırıyoruz “areporto” diye ama tık yok. Baktım olmayacak açtım kollarımı, uçak gibi sesler çıkararak “vuuu vuuu” diye dönüp duruyorum. Beni gören Ali’de hemen katıldı bana. Sahne şu: Makedonya’da bir otobanın ortasında boş boş bakan bir kamyon şöförünün gözü önünde 40 yaşlarında iki Türk “vuuu vuuu” diye sesler çıkarıp, kollarını da açmış, uçak taklidi yaparak, koşarak dönüyor. Adam insafa gelmiş olacak ki “Da, Daa, Areporto” diye bağırdı. “Eee biz de aynı şeyi söylemiştik zaten.” derken adam eliyle doğru gitmemizi söyledi. Hemen atladık arabaya, son gaz gidiyoruz. 5 dakika sonra sağda üzerinde ufacık bir uçak figürü ve ok işareti olan küçük bir levha gözüme çarptı. Arabamızı teslim edip, check-in masasına geldiğimizde uçağın kalkmasına yarım saat kalmıştı.

Sonra ne mi oldu? Uçak 1,5 saat rötar yaptı ve aslında biz tam zamanında gelmiş olduk. Üstüne üstlük Ali bana uçakta demesin mi “Serdarcım bak ben sana dememiş miydim rahat ol diye. Boşu boşuna gerdin kendini. Ne güzel gidiyoruz.”

Hakkında Serdar Yağcı

Başlamanın en iyi yolu, konuşmayı kesip, yapmaya koyulmaktır.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Scroll To Top